Hükümet ve Sermaye El Ele İşgalciyi Besliyor.
7 Ekim Aksa Tufanı operasyonundan beri Filistin'den yana eylemlerin hızla kitleselleştiği ve bütün dünyaya yayıldığı bir dönemdeyiz. Türkiye'de ise Müslüman kimliğinin siyasi temsilcisi olma iddiasına sahip olan iktidar bu toplumsal hareketliliğe önderlik etmeye çalışsa da Türkiye sermayesinin İsrail sermayesiyle olan ticaret ilişkisinin ve iktidarın bu ticarete bağımlılığının bilinirliği, Filistin direnişiyle dayanışma eylemlerine önderlik etme potansiyeli olan alternatif odakların görünürlüğünü artırdı. Filistin halkının mücadelesiyle dayanışmak için eylemlilik yaratmaya çalışan bu alternatif odaklardan biri olan "Filistin İçin 1000 Genç" hareketinden üç kişiyle konuştuk.
İlk olarak Filistin İçin 1000 Genç yola nasıl çıktı amacı neydi ve nasıl başladı bundan bahsederek başlayalım isterseniz.
Feyza: 7 Ekim’den sonra, özellikle 17 Ekim’de Şifa hastanesinin bombalanması sonrasında çok fazla insan belirli grupların çağrısıyla sokağa çıktılar. Biz de bir şekilde sokakta olmamız gerektiğini düşünerek bu çağrılara icabet ettik ama gördüğümüz çok eksik bir şey vardı o da hiçbir zaman iktidarın, hükümetin iki yüzlü tutumuna kimse bir şey söylemiyordu. Kalbi Filistin’le atan milyonlarca insan var, bir takım boykot çağrıları var ama bu boykot çağrıları sadece bireysel bazda kalabilecek boykot çağrıları. Ama biz biliyoruz ki Türkiye’den her sene tonlarca çelik, çimento ihraç ederek işgalcinin, işgalini genişletmesine destek olan yerli sermaye ve hükümet var. Her sene gıdasından elektriğine pek çok alanda ticareti sürdürerek işgal devletinin varlığını mümkün kılıyorlar. Birazcık aslında bunun üzerine kimsenin gitmemesini fark ederek başladık buna. İlk başta farklı siyasetlerden arkadaşlar olarak cumartesi nöbetlerini başlattık. Bu nöbetler ilk başta Filistinli direniş örgütlerinin çağrısına icabet etmek niyetiyle kent meydanlarında başladı. Sonrasında da az önce de bahsettiğim gibi işgalcilerle iş birliğini sürdüren sermaye gruplarının önüne gitmeye başladık. Çünkü Filistin direnişine desteğin antikapitalist ve antiemperyalist bir çizgide olması gerektiğine inanıyoruz. Nöbetler sürerken bunun anonim ve herkes tarafında sahiplenilebilecek, her ideolojiden, inançtan ve inançsızlıktan insanların bir araya geldiği bir gençlik hareketi olmasını istedik. Böylelikle Filistin İçin 1000 genç kurulmuş oldu.
Dilan: Şu an İsrail’in soykırımı tamamen emperyalizmle besleniyor ve aynı zamanda emperyalizmi de besliyor. Türkiye’de de halka baktığımızda ilke olarak kabul edilen bir antiemperyalizm var. Bunu siyasal iktidar da sermayedarlar da ilke olarak kabul ederler ama gerçekten antiemperyalist olmak demek bu değil. Halka baktığımızda ben antiemperyalistim diyen %80-90 oran vardır. Öyleyse aslında buna dair bir şeyler yapabiliriz. Bugün, ne düşünüyor olursa olsun, ideolojik olarak kendini nerede konumlandırıyor olursa olsun Filistin’deki soykırıma karşı gelecek bir sürü insan bulmamız çok mümkün ve buradan bir mücadele örebileceğimizi de aslında biliyoruz diyerek de yola çıktık. Bir de neden Genç diyoruz bundan bahsetmek gerekebilir. Zaten Emek Adalet platformuyla ve Gençlik Komiteleri ile birlikte yaparken de bunu gençler olarak yapıyorduk Filistin için 1.000 genç dememizin sebebi de bir yandan buydu. Gençlerin ne kadar dinamik olduğunu, aslında bu mücadele içerisinde ne kadar kritik bir yerde durduğunu ve aslında o cüretkârlıkla birlikte daha net hareket edebileceğini bildiğimiz için bu yönde bir gençlik hareketi oluşturalım birlikte dedik. O yüzden Filistin için 1.000 genç diyerek de bir yola çıktık.
Demir: Belki bir de bu hareketin karakteristiğinden biraz bahsetmek gerekir. Hareketin ilk tartışmalarını yürüttüğümüz zamanlar hem gençliğin dinamikliği tartışmasını yürütüyorduk hem de bu hareket bir açıklığa sahip olsun dedik. Temelde 2 karakteristiği var; soykırıma ve işgale karşı olan herkese açık olsun. Diğer arkadaşlarla ve kurumlarla da görüşürken de sermaye karşıtlığı ve soykırımın ortaklarına karşıtlık olarak planlamıştık. Aslında antikapitalist ve antiemperyalist bir hareket. Diğer illere yayılma mevzusu da aslında hedeflediğimiz ve istediğimiz bir şeydi bu çerçevede kaldığımız müddetçe. İçerisinde AKP’lilerin de olduğu hatta bir dönem İHH’dan da insanların olduğu zamanlar oldu. Bunun etrafında tüm toplumsal gruplardan veyahut kurumlardan katılıma açık. Uzlaşabildiğimiz müddetçe toplu katılıma da açık bir hareket bu.
Bu karakteristik zaten yaptığınız eylemlerde de gözüküyor özellikle Türkiye’de senin de bahsettiğin gibi herkes antiemperyalist gibi duruyor. Tırnak içinde “Anti sömürgeci” bir tarzı vardır gibi görünüyor ama bu sermaye ilişkisi çok da gözükmez ve göstermek istemezler. Bir taraftan sürekli ağızlarından düşürmedikleri, antiemperyalist olduklarını söyleyen sermayedarlar -bunlar seküleri olsun İslamcısı olsun hepsi-aslında emperyalist ülkelerle çok sıkı iş birliği içerisindeler. Siz aslında bunu da ifşa eden bir noktadasınız. Eylemlerinizi de daha çok bu ilişkileri ifşalayan ve bu ilişkiler üzerine giden bir taraftan yapıyorsunuz. Yani Türkiye sermayesiyle İsrail’in arasındaki ilişki ne ve neden bunu vurguluyorsunuz? Ve 7 Ekim’den bu yana bu ilişkiler nasıl gelişti? Bundan bahsetmek ister misiniz?
Demir: Elbette, 7 Ekim sonrası herkes Filistin için ayağa kalktı. Yani ne hikmetse bütün bu işlerin içindeki herkesin bir anda ayağa kalktığı bir durum oldu. Ama şimdi bu ayağa kalkanların içerisinde ticareti ve o ilişkiselliği devam ettirenler de vardı. Bir nevi bu ayağa kalkış, toplumun bu konudaki gazını almak için yapılıyordu. Hatırlarsınız şöyle oldu, Saadet Partililer ayağa kalktılar. Sonra Saadet Partisi Mersin Erdemli başkanı ifşaladığımızda ortalık ayağa kalktı. Meyve sebze ticaretini hiç kesmemiş, aynen devam ettiğini gördük. CHP’lisi de bunu yapıyordu. Gördük ki düzen siyaseti içerisindeki herkes bu ticaretin bir ucundan tutmuş. Bir nevi de bu o emperyalist hiyerarşide Türkiye’ye biçilen rolle alakalı, ondan bağımsız bir şey değil tabii ki. Bir de İsrail’in en kolay, en ucuz hem de sorunsuz şekilde bu ticareti devam ettirebileceği stratejik ortağı bu devlet çünkü Türkiye toplumunda da çok bir sorun olmadı bu ticaretin devam etmesi bununla alakalı kimse bir şey söylemedi aslında. Bizim temel derdimiz de buydu. İHH’ da gidiyor “Filistinli dostlarımız” diyor. Saadet Partisi de gidiyor, Ak Parti de miting düzenledi, Hüda-Par da Kürdistan’da çıktı ve miting düzenledi vesaire herkes bir şey söylüyor ama gün sonunda bu ticaret devam ediyor. Eren Holding, Hüda par Genel Başkan Yardımcısı çimentoyu aynen göndermeye devam ederken bir sorun yok ama hepimiz “İsrail’in karşıtı Filistin’in dostuyuz” diyorlar. Erdoğan’ın çıkıp açıklama yapması da çok sembolik oldu. “Biz Gazze’yi yeniden inşa edeceğiz” dedi. Ne güzel ya yıktıktan sonra yeniden yaparız demektir bu.
Feyza: Kaldı ki bu ticaret ilişkisi kitleselleşmeye başladıkça bir şekilde belirli araçlarla halka bunun problem olmadığı yansıtılmaya çalışılıyor. Geçenlerde İsmailağa’dan bir hocanın “Millet aç mı kalsın” demesi ya da MÜSİAD Başkan Yardımcısının çıkıp “biz İsrail’deki Filistinli Müslüman iş adamlarıyla çalışıyoruz” demesi gibi pek çok örnek karşımıza çıkıyor. Aslında bir yandan Filistin üzerinden halkın vicdanını sömürmeye devam edip öte yandan da ticaretlerine ve kirli iş birliklerine devam etmeye çalıştıklarının da açık bir göstergesi bu.
Dilan: Şöyle bir meseleye de değinmek gerekir diye düşünüyorum. O emperyalist düzen içerisindeki Türkiye’nin bulunduğu konumla birlikte Türkiye’nin ulusal çıkarlar doğrultusunda bazı şeylere “Evet, bunda bir sorun yok çünkü eğer bu ticareti yapmazsak olan bize de olur” şeklinde bir mesajı da her zaman veriliyordu. Biz bunları ifşa ediyoruz, teşhir ediyoruz burada ciddi bir ilişki var. Sermayedarlar hala daha İsrail’i besliyorlar biz Filistin dostuyuz ama diğer taraftan da tamamen “ulusal çıkarlarımız” için bunu da yapmak lazım gibi bir iki yüzlülük içerisindeler.
Aslında bu anlattıklarınız da gösteriyor ki bu ticareti masumlaştırmaya çalışıyorlar bir noktada. Bu insanlara, Filistin halkına “ekmek mi vermeyelim?”, gibi. İHH ve Hüda Par da bu durumda çok sembolik bir hal aldı. Tüm bunlar bu cenahta çok büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Çünkü bu düzenden gelen hiçbir şey Filistin için değil de daha çok kendi siyasal ikballeri için, ulusal çıkarlar için değil de siyasal çıkar odaklı çalışıyor ama öte yandan bu ilişkiye hiç durmadan devam ediyor. Türkiye’deki bu sermaye ilişkisine dair önemli bir mesele olan Doğalgaz meselesine de değinmek gerekir hatta sizin de SOCAR önüne gittiğiniz eylemleriniz var. Aslında Türkiye ve Azerbaycan’ın yakın ilişkisini de ifşalayan bir durumdu bu. Yani sadece Türkiye ile ilgili değil bölgesel bir sermayenin ikiyüzlülüğünü de gösterdiğiniz bir durum oldu. Onu da biraz anlatabilir misiniz?
Feyza: Şunu biliyoruz aslında bir şekilde petrolün İsrail’e ulaşmaması demek orada çok büyük bir krizin ortaya çıkması demekti. Mayıs ayından bu yana İsrail’in petrolünün %60’ının Azerbaycan ve Kazakistan tarafından karşılandığını biliyoruz. Petrol, Bakü-Tiflis-Ceyhan hattından Türkiye’ye gelip Ceyhan limanından tankerlerle İsrail’e taşınıyor. SOCAR, İsrail’e her gün 44 bin varil petrol gönderiyor. Ve bir yandan da kardeşlik naraları atılıyor Türkiye’de “tek millet iki devlet” diyerek. Azerbaycan Başkonsolosluğu önünde de bir eylem yapmıştık.[i]Bir şekilde sürekli bir kardeşlik vurgusu var. Hem dindaşlık hem ırkdaşlık gibi bir yerden. Bir şekilde bizim elimizin uzanabileceği bir yer çünkü aynı zamanda SOCAR Türkiye’deki en büyük yabancı yatırımcı. Türkiye’de de varlığı bulunan, şubeleri olan ya da BOTAŞ olarak bulunan (BOTAŞ SOCAR’IN zaten). Böyle durumlar varken buna sessiz kalamayacağımızı düşünerek oraya da gittik.
Demir: Azerbaycan’la Türkiye arasındaki kardeşlik de sadece devletle alakalı bir mevzu değil, onun çok ötesinde savaş sanayisinde bir ortaklaşma hali var. Aynı zamanda Ermenistan işgalinde de Türkiye, Azerbaycan’ın en büyük dayanağıydı. Aralarında böyle bir ortaklık da var. SOCAR bunun neresinde? SOCAR, Bu ilişkileri belirleyen bir konumda, SOCAR o kadar büyük bir sermaye ki onu özellikle belirtmiştik. Türkiye’deki en büyük yabancı yatırımcı, yani tam anlamıyla bir oligark. Hatta arkasında büyük bir Rus oligarşisinin de desteğiyle hareket eden bir yapı. SOCAR’ın Türkiye’de de büyük sermaye yatırımları olduğunu biliyoruz. Türkiye doğalgazını da kontrol ediyor, BOTAŞ’ı kontrol ediyor. SOCAR’la dövüşmek sadece bir işgalle dövüşmek değil, aynı zamanda Türkiye’deki emperyalist ablukayı ve oligarşiyi de ifşalamak demekti.[ii] Türkiye’nin bu SOCAR hikayesindeki ana yeri 1-Petrol hattıyla onu topraklarından taşıması 2- Şirketleriyle petrolü devasa tankerlerle sürekli bir şekilde taşıyarak İsrail’e götürmesi. Orada SOCAR asıl ilişkileri ve ağları kontrol eden bir konumda
Feyza: Dikkat çeken bir başka sermaye grubu ise Zorlu Holding. Zorlu Holding’in enerji kolu olan Zorlu Enerji, İsrail’in elektriğinin %7’sini sağlıyor ve bu çok büyük bir oran. Bizim ilk çıkış eylemimiz de Zorlu da yaptığımız bir eylemdi. Bir yandan da son 20 yılda güncel iktidarla palazlanmış sermayelerden birisi Zorlu Holding ve bu da neden hükümete de aynı şekilde ‘’ticareti kes’’ çağrısında bulunduğumuzu açıklıyor. Çünkü normal şartlarda herhangi bir Filistin eyleminde polis şiddetine bu kadar maruz kalmıyor iken bizim bu eylemlerde polis şiddetine maruz kalıyor olmamız birazcık da aslında oradaki iktidar ve sermayenin kol kola bu ticarete devam ediyor ve göz yumuyor olmasından kaynaklı.
Dilan: Şöyle ki, Zorlu’ya gitmemizin sebebi de Zorlu enerjinin 3 büyük enerji santrali var ve bu santrallerle İsrail’e doğrudan elektrik sağlıyor. Ahmet Nazif Zorlu’nun kendisi de büyük bir sermayedardır, bu şekilde Zorlu’nun karşısına çıktık. Hem canlarını sıkalım hem de insanlara da bunu gösterelim istedik. Çünkü insanlardan aslında “Ya hakikaten elektriğini mi veriyorlarmış?” gibi tepkilerle karşılaştık bu işe ilk başladığımızda. Mesela Zorlu’dan sonra İçtaş’a gittiğimizde o kadar şaşırılmamıştı. Demek ki yavaş yavaş aslında bunlar fark ediliyor ve böyle gerçekliklerin olduğu da görülüyordu. Onu da görmüş olduk bence bu süreçte.
Burası önemli bir yer çünkü ki Filistin eylemleri Türkiye’de sorunsuz olur hatta polis bile görmezsiniz belki ama sermayeye gittiğiniz her şeyde, sizin eylemlerinizde özellikle ilk zamanlar ciddi bir gözaltı, polis şiddeti olmuştu. Görülüyor ki burada devletin Filistin’den yana olan tavrı bir anda değişiyor.
Dilan: Evet, oradaki şey aslında şu. Benim müsaade ettiğim ve çizdiğim alanın içerisinde Filistin dostluğu edebilirsin diyor ancak bana ve sermayeme dokunma çünkü bana dokunursan, ben de sana böyle gelirim gibi bir tavır alıyor. O yüzden o sermaye ilişkilerini odağımıza aldığımız an devletle gerçekten karşı karşıya gelmiş olmamızın sebebi de bu. Bugün bu hala devam ediyor ve aslında devam edecektir de. Yine birkaç gün önce mitingde “İsrail’le ticareti kes” pankartının indiriliyor olmasının sebebi de budur. Ben böyle bir alan çizdim. Sen orada tabii ki Filistin dostuyum diyebilir, Filistin’e dua edebilirsin ama daha fazlasını sen yapamazsın gibi bir tavrı var.
Türkiye sermayesinin de aslında ateşkes sonrasına hazırlanma gibi bir hali var. Yani sadece fiili olarak İsrail’i desteklemesi değil. Ateşkes sonrası Gazze’nin de yeniden kurulması. Aslında biz bunu Suriye’nin, Libya’nın da yeniden kurulumundan biliyoruz, gördük. Bu yeniden kurulumda da bir rant alanı var ve bu rant alanını da bırakmak istemiyor. Filistin mücadelesi 7 Ekim’de başlamamıştı ve 7 Ekim’de de bitmiyor. Sadece İsrail’le bir ilişki değil Gazze’yi de bir rant kapısı olarak görüyor mu?
Dilan: Şöyle ki şu an ne soykırım ne de savaş aslında bu düzenin içinde olağanüstü olan şeyler değil. Bunlar tamamen ürün. Soykırımlar olsun, savaşlar olsun ki sonrasında biz onun üzerinden kendimize yepyeni bir alan kuralım. Oradan rantla beraber, oradaki tüm sermaye ilişkileriyle birlikte, emperyalist güçlerin daha da güçlendiği bir durum yaratıyorlar. Emperyalist düzen içerisinde aslında, iyi kötü bir şekilde bir şeyler gidiyor ama şimdi de soykırım oldu aman yarabbi denecek şeyler değil onlar için. Savaşlar da öyle keza soykırım da. O yüzden evet, öyle bir beklentileri var. Sonrasına hazırlanma hali tabii ki var ki, bunu zaten kendi ağzıyla Tayyip Erdoğan da söyledi. Gazze’yi yeniden inşa edeceğiz söylemi tam olarak buna işaret etmiş oluyor. Yani oranın dümdüz edilmesi ve sonrasında haydi hep birlikte biz buraya yeni bir şehir kuralım denmesinin sebebi de bu. Deprem bölgesinde de aslında biraz böyle gelişti. Şimdi deprem bölgesini de kim ranta açacak yarışı ile karşı karşıya kalıyoruz. Böyle “krizler” genelde zaten kendi lehlerine çevirecekleri şekilde planladıkları projelerdir.
Demir: Türkiye’nin emperyalist hiyerarşideki konumu değiştikçe, yani sermaye ihraç eder bir pozisyona geldikçe, özellikle inşaat sektörü bunun en belirleyici olduğu yer. Suriye savaşında da aynı şeyi yaptı. Afrin’i yeniden inşa ediyor. Libya’da da uzunca bir süredir aynı şeyi yapıyordu. Filistin’de de aynı şeyin peşinde, İsrail’le o samimi ilişkileri koruması gerekir çünkü savaş sonrası orada devasa bir alanın yeniden inşası için çalışıyor. Örneğin Türkiye, çeliği vesaire de sağlayabilecek pozisyonda. Bu değiştikçe artık kabuğuna sığmayan, dışarıya açılmaya çalışan sermaye gruplarını bir yere yönlendirecektir. Onlar için de İsrail gayet makul bir yer. Son dönemde de ilişkiler iyileşti. Şimdi soykırım oluyor ama çok da umurlarında olduğunu düşünmüyorum. Biraz da şuna değineceğim, emperyalist hiyerarşide bölgesel bir güç olarak davranmasının gerekliliği bunlar. Buna mecbur ve bunu yapacak. Eğer bunun önünü biz kesmezsek ki amacımız da bu. Evet, Gazze’yi yeniden inşa edecek. Ve bu inşa için çalışacak inşaat holdingleri de Türkiye’de artık oluştu.
Feyza: Şunu da biliyoruz, aylardır Filistin’de soykırım devam ederken onlarca hatta belki yüzlerce gemi bizim limanlarımızdan işgali beslemeye devam ediyor. Bu ilişkilerin devam etmesi ve hala devlet tarafından somut bir yaptırım girişiminde bulunulmaması bize çok net bir şekilde Türkiye’nin bölgedeki varlığını suya sabuna dokunmadan güçlendirme politikasını açıkça gösteriyor. Öte yandan ateşkes gündemi var, bu gündemle beraber hükümet yetkililerinin ‘’Gazze’yi yeniden inşa edeceğiz’’ dediklerini biliyoruz. Aslında bir şekilde oradan devşirecekleri rantı da kaybetmek istemiyorlar elbette.
Bir yandan da tüm bu süreçte ateşkes de bir taraftan konuşuluyor. Bir eksiklik olarak da söyleyelim ki Türkiye’deki Filistin mücadelesi son yıllarda daha reaksiyoner olarak gidiyor. Görüyoruz ki bu mücadele sürecek ve ileride de yeniden inşanın bir süreci olacak. O zaman burada Filistin için 1.000 genç hareketi ne yapacak? Olası bir ateşkes durumunda, bir sonraki savaşın yükseldiği ana kadar hareket nasıl ilerleyecek? Aslında geleceğe dair neler düşünüyorsunuz ve nasıl planlarınız var?
Dilan: Bu savaş ne zaman biter ne olur bilmiyoruz, şu an belki bunu ön göremeyiz. Ancak ne olursa olsun ateşkes de olsa, direnişe inanmakla beraber, bir yenilgi de olsa, bu savaş hali en az bir yıl 2 yıl, belki 5 yıl sürecektir. Burada bir süreç var ve Türkiye’de de sesinin yükseltilmesinin önemli olduğu bir direniş var. Ve o zamanın ihtiyaçları ne olacaksa, o zaman da gençlerin mutlaka yapabileceği bir şeyler vardır diyerek yola çıkmıştık. Şu an o dönemde ne yapılacağına dair bir şey söylemek güç ancak bir durulma niyetimiz de açıkçası yok. Filistin için 1.000 genç yine o zamanın ihtiyaçlarına yönelik hareket edecektir.
Feyza: Ateşkes olması demek Türkiye’den bir inşaat şirketinin Aşdot’ta, Tel Aviv’de bir karakol yapmasını yine de aklamıyor. Bizim temel bir talebimiz var, o da İsrail’le süren ticari ve diplomatik ilişkilerin kesilmesi. Geçmiş tecrübelerden biliyoruz ki bugün ateşkes olsa, bir iki seneye kalmadan hükümet yine normalleşme politikaları üretmeye başlayacak. Ateşkes olması ve Gazze halkının nefes alabilmesi çok kritik bir mesele. Ama Savaşın bitmesi, ateşkes olması demek oradaki emperyal gücün sonunun geldiği anlamına gelmiyor. Her halükarda bu ticaret kanlı bir ticarettir ve sermayedarlar bu ticaretten para kazanarak güçlerine güç katmaya devam edecektir. Bu kanlı ticareti ifşalamaya devam edeceğiz.
Teşekkürler...