Kautsky “dönek” miydi?
“Proleter Devrimi ve Dönek Kautsky” başlığını birçoğunuz duymuşsunuzdur, hattâ kuşkusuz aranızda bu metni okuyanlar da vardır. Tartışmalarda muarızını “dönek,” “hain,” “karşı-devrimci” gibi hakarete varan sıfatlarla eleştirmek devrimci gelenekte alışık olmadığımız bir durum değil. Ancak sözün sahibi Lenin ve muhatabı da Karl Kautsky gibi “dev” bir isim olunca meselenin arka planına daha dikkatli bakmak gerekiyor. Yanlış anlaşılmamak adına en baştan uyaralım, bu yazının amacı ne devrimci siyasete dair bir üslup tartışması yapmak ne de tarihsel bir figür olan Kautsky’ı aklamaya çalışmak olacaktır.
Bu tartışmaya başlarken önce “Kim bu Karl Kautsky?” sorusunu soracağız ve hemen ardından bu tarihsel figürü yaratan nesnel koşulları tartışacağız. Bu iki vurgu olmadan Kautsky’nin “dönekliğini” anlamak pek de mümkün olmayacaktır. O halde çarpıcı bir soruyla başlayalım: Marx’ın kitaplarını bıraktığı, dönemin en büyük ve etkili sosyalist işçi partisi Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin (SPD) teorik önderi ve “Marksizmin Papası” olarak anılan Karl Kautsky bir günde nasıl “Dönek Kautsky” oldu?
Kautsky’yi şekillendiren tarihsel koşullar
Bu soruya cevap vermeden önce tarihsel bağlamı hatırlayalım. SPD 19. yüzyılın ikinci yarısında ciddi bir büyüme ve kurumsallaşma sonucunda dünya devrimci hareketinin en ileri mevzisi konumundaydı. Marx ve Engels’in devrimin Almanya’dan başlayacağına dair öngörüsü boşuna değildi. Her ne kadar kaleme aldıkları “Gotha ve Erfurt Programının Eleştirisi” metninde yer alan programatik eleştiriler olsa da özellikle Engels’in Kautsky’nin teorik önderliğine güveni çok yüksekti. Hattâ mektuplaşmalarında parti içindeki ideolojik mücadelede Wilhelm Liebnecht çizgisine karşı Kautsky’e tam destek verdiği açıkça görülmekteydi. Marx ve Engels’in bu bakış açısı temelsiz bir iyimserlik değildi. Bugünden baktığımızda bizi fazlasıyla şaşırtacak oranda sendikalarda örgütlü, her sektörden işçinin bir bağa sahip olduğu, bununla da kalmayıp ideolojik ve kültürel hegemonya kurabilecek güçteki bir partiden bahsediyoruz. Elbette bu etki alanı seçimlere de çok net bir şekilde yansıyor. 20. yüzyılın ilk yıllarında imparatorluklar hızla dünya savaşına sürüklenirken devrimciler için daha iyi bir araç düşünülemezdi herhalde!
Bunun yanı sıra partinin gücünü arttırmasına paralel olarak Bernstein’ın revizyonizmine karşı çıkan ve “Ortodoks Marksizmi” savunan isim ise yine Karl Kautsky ve genç Rosa Luxemburg’tu. Bu tartışmanın detayına bu yazı kapsamında girmeyecek olsak da Lenin’in SPD içinde gerçekleşen ama dünya sosyalist hareketinin doğrudan ilgilendiren tartışmada, “revizyonizm” ya da özet bir ifadeyle “Nihai amaç hiçbir şey, hareket her şeydir” çizgisine karşı Kautsky’nin ve Rosa’nın yanında saf tuttuğunu belirterek geçelim.
Şimdi gelelim Kautsky’nin Marksist teorisyenlikten dönekliğe geçtiği tarihsel momente, yani Dünya Savaşı ve İkinci Enternasyonel’in anavatan savunması siyasetine. Lenin’in bir anlamda “hocası” olarak gördüğü Kautsky’e dönek sıfatını yakıştırmasının arkasında tam da bu siyaset yatıyor. Biraz daha açacak olursak Lenin Dünya Savaşı’nı emperyalistler arasında bir savaş olarak gördüğü için bu savaşın her bir ülkede devrimci bir iç savaşa, işçi sınıfıyla burjuvazi arasındaki bir sınıf savaşına döndürülmesi gerektiğini düşünüyordu. Bu konuda tamamen yalnız değildi, yine de dönemin sosyal demokrat (sosyalist) partileri ve özellikle İkinci Enternasyonal içerisinde bu eğilimin azınlıkta kaldığını vurgulamamız gerekir. Peki nasıl oldu da Marx’ın ölümünün üzerinden henüz 30, Engels’in ölümünden ise 20 yıldan az bir süre geçmişken Marksist hareket devrimci rotasını kaybedip “anavatan savunması” çizgisine savrularak sınıf savaşını ikinci plana atabilmişti? Bu soruya vereceğimiz cevaplarla Kautsky’nin “dönekliği” yerli yerine oturacak ve bu yakıştırmanın bir ihanet siyaseti olmasından ziyade teorik zafiyet ve devrimci iradenin eksikliğinden kaynaklanan bir olgu olduğunu iddia edeceğiz. Başka bir deyişle, Kautsky’nin bir dönek olmaktan çok devrimcilikten uzak bir Marksizm yorumuna sahip olduğunu göstermeye çalışacağız. Böylece, bu yazı tarihin derinliklerinde kalmış kişilerle bir polemik olmaktan çıkıp günümüzün devrimci siyasetine dair bize ipuçları sunabilecek.
Felsefi yöntem tartışması
Lafı uzatmak pahasına yaptığımız bu açıklamanın ardından esas sorumuza geri dönebiliriz. Devrimci Marksist hareket nasıl pusulasını bu kadar kaybedebilmişti? Bu soruya, bir devrimci teoriye dair, daha doğru bir ifadeyle yönteme dair, bir de pratik siyasete dair birbirini tamamlayan iki cevabımız var. Öncelikle Kautskyciliğe ve benzer şekilde kendisinin geliştirdiği ultra-emperyalizm teorisine damgasını vuran bu tutumun kökeninde vulgar bir Marksizm anlayışının, kaba materyalist yöntemin belirleyiciliğini görüyoruz. Diyalektiği kavramaktan uzak, karşıt eğilimlerin birlikte var oluşunu idrak etmek yerine statik karşıtlıklar üzerinden siyaseti okuyan bu yönteme başvurulduğunda, kendi ülkenin işçi sınıfının lehine olacak şekilde “anavatan savunması” siyaseti izlemek pekâlâ anlaşılır bir hamle olacaktır. Bu vulgar Marksizmin başka bir türevini daha sonraki yıllarda SSCB’nin partili teorisyenlerinde de göreceğiz ancak konuyu dağıtmamak adına o tartışmaya burada girmemeyi tercih ediyoruz.
Yöntem tartışmasını felsefi düzlemde sayfalarca tartışmak gerekiyor olsa da bu yazıda birkaç köşe taşına daha değinip siyasal alana dönebiliriz. Bu noktada ilk olarak Lenin’e kulak verelim: “Eğer bu olayın felsefi temeli du¨şu¨nu¨lu¨rse sorun diyalektik yerine seçmecilik (eklektizm) ve safsatacılığın geçirilmesine indirgenir. Kautsky, bu yerine geçirme işinde ustalık derecesine yu¨kselmiştir.” Lenin’in eklektizm olarak adlandırdığı yöntemi biz vulgar ya da kaba/mekanik materyalizm olarak adlandırmayı tercih ediyoruz. Kautsky’nin dinamik ve devrimci bir yaklaşımdan uzaklaşarak evrimci bir anlayışa yelken açmasına sebep olan da Lenin’in ifadesiyle eklektik ve mekanik bir materyalizm anlayışını benimsemesidir. Bir diğer ifadeyle Kaustsky’ye yöneltilen eleştiriler tam da karşıt eğilimlerin bir arada bulunduğu ve bu karşıtlıkların bir sentezinin mümkün olduğu, karşıtlıkları içerip aşan (aufhebung) bir diyalektik materyalizmi yerine mekanik bir materyalizmi sahiplenmesinden kaynaklanıyor.
Tarihsel tartışmalarda “Ortodoks Marksizm” olarak tarif edilen ancak vulgar Marksizm olarak adlandırmanın daha doğru olacağı Kautsky çizgisinin “dönekliğe” varacak yolculuğunun ilk dayanağını böylece yakalamış olduk. Nitekim bu kaba materyalist anlayış Lenin tarafından olduğu gibi Gramsci tarafından da Hapishane Defterleri’nde, o dönemdeki temsilcileriyle beraber sertçe eleştirilecektir.
Siyasal pratik tartışması
Böylece ikinci cevabımıza ve bugüne dair bize daha çok veri sunabilecek siyasi alana geçebiliriz. Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyecek olursak bu siyasi hat adlı adınca kitlenin geri bilincine yaslanmak, daha popüler ifadeyle ise kitle kuyrukçuluğudur. Kautsky’nin savaş karşıtı bir tutum almakta tereddüt etmesi ve SPD içindeki tartışmada “merkezci” kanatta kalmasının esas motivasyonu işçi kitleleriyle bağını koparmamak, onların “ortalama bilincini” parti siyasetine yansıtmaktı.* Tam da bu noktada hakkaniyetli bir yorum yapmak gerekirse Kautsky’nin bakış açısı devrimci siyasetten her ne kadar uzak olsa da kendi içerisinde tutarlı bir yorumdu.
Giriş kısmında özetlemeye çalıştığımız tarihsel arka plana dönecek olursak SPD savaştan hemen öncesinde 1912’de yapılan son seçimde %34,8 oy oranına ulaşmış ve yüz binlerce işçi üyesiyle sendikalarda belirleyici siyasal güç konumuna gelmişti. Reichstag’ta (Almanya Parlamentosu) ana muhalefet partisi olan bu partinin kitle ve üye tabanı savaş döneminde estirilen şovenist dalganın fazlasıyla etkisinde kalmış, Alman burjuvazisi savaş çığırtkanlığı yaparken SPD de bu kitle basıncına göre şekil almıştı. Böylece Karl Kautsky, Ebert-Scheidemann ikilisi gibi işçi sınıfı düşmanı politikaların doğrudan yürütücüsü olmasa da parti kitlesinin geri bilincine uygun bir siyasetin soldan bir temsilcisi haline geldi.
Bu noktada Lenin’in broşürüne döndüğümüzde meselenin sadece Dünya Savaşı karşısında konumlanmış gerici bir tutum olmadığını görüyoruz.** Kautsky’nin “Proleterya Diktatörlüğü” metninin tamamı Bolşeviklerin devrim sonrasında izlediği politikaları ve özelde Lenin’i hedef alarak “anti-demokratik” uygulamaları eleştiren bir hat izliyor. Kautsky, Bolşevikleri başta seçimler olmak üzere demokratik yöntem ve kurumlardan uzaklaşmakla suçlayarak kelimenin tam anlamıyla liberal ve burjuva demokrasisi fetişizmini ön plana çıkarıyor. Avrupa merkezli bir bakış açısıyla kitlelerin daha rahat ikna olacağını düşündüğü demokrasi meselesini vurgulayarak Bolşevikleri diktatörlükle suçluyor. Tam da yukarıda ifade ettiğimiz şekilde kitle kuyrukçuluğu ve devrimci iradenin yoksunluğunu bir kez daha bu satırlarda görüyoruz. Lenin ise bu suçlamalara “Hangi sınıf için demokrasi?” sorusunu sorarak sınıflardan bağımsız bir “arı demokrasi” savunusunun reddedilmesi gerektiğini ifade ediyor. Kautsky’nin evrimci ve barışçıl yoldan sosyalizme geçiş çizgisiyle uyumlu olan bu siyasal hat bize bir kez daha cehenneme giden yolun iyi niyet taşlarıyla döşeli olduğunu gösteriyor.
Buraya kadar yazılanları özetlersek vulgar Marksizm yorumu ile kitlenin geri bilincine yaslanma siyasetinin birleştiği noktada, dünya işçi sınıfı için belki de en kritik tarihi momentte, Kautskycilik tarih sahnesine çıkmış ve Lenin’in tabiriyle “dönek Kautsky” devrim ile karşı-devrim arasında gidip gelen sarkacın bilinçsizce de olsa karşı-devrim lehine sonuçlanmasına sebep olmuştur. “Esas düşman içeridedir” diyen Karl Liebnecht ve Rosa Luxemburg’un önderlik ettiği Spartakistlerin yenilgisinde bu tarihsel süreklilik ciddi bir rol oynamıştır.
Kautskyciliğin Türkiye siyasetine yansımaları
Tarihsel süreci geride bırakarak Türkiye özelinde bu teorik-pratik yaklaşımdan ne gibi dersler çıkarmamız gerektiğini bugünün devrimci mücadelesi odağında tartışmak istiyoruz. Kautskyciliği en geniş anlamıyla kitlenin geri bilincine dayanan bir siyasal strateji olarak tanımladık. Dönemin Almanya’sına baktığımızda bu geri bilinç sendikal bürokraside vücut bulan milliyetçilik eğilimi olsa da bugün Türkiye’yi bu şablona sıkıştırmak yeterli olmaz. Günümüzde Türkiye’de işçi aristokrasisinin siyaseten belirleyici olduğunu tam anlamıyla söyleyemeyiz. Modern Kautskyciliği Türkiye’ye uyarlamak istediğimizde ise iki eğilim üzerinde durabiliriz. Bunlardan ilki Türkiye işçi sınıfının çoğunluğunun Müslüman olduğunu hatırda tutarak halkın din temelli geri bilincine yaslanan bir siyaset eğilimi. Günümüzdeki sosyalist akımlar arasında kitlelerin dini aidiyetlerinden kaynaklanan düzen içi taleplerine taviz veren bir siyasetten bahsetmek pek mümkün değil. (Modası tamamen geçen DSİP örneğine burada yer vermemize gerek yok). Bir diğer yaklaşım ise bunun bir simetriği olarak nitelendirilebilecek, Kemalizm’in etki alanı üzerinden siyaset yapmaya çalışan sol eğilim. Egemen sınıfın temel ideolojilerinden biri olan Kemalizm, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş kodlarından biri olması sebebiyle bir anlamda devlet ideolojisi mertebesine de yükselmiştir. Bu sol eğilim özü itibariyle “Kemalist” ya da “şoven” olduğu için değil tam da Kautsky’nin kendi döneminde yapmaya çalıştığı gibi bir kitleselleşme kaygısıyla pragmatik siyasete yönelmenin doğal sonucu olarak ortaya çıkıyor. Herhangi bir sosyalist akımı doğrudan bu modern Kautskycilikle eşleştirmek doğru olmasa da günümüzde sosyalist hareketin birçok akımı üzerinde bu eğilimin etkili olduğunu görebiliriz.
Sonuç
Peki bu eğilimin tehlikeleri nelerdir ve bu çizginin dışında kalarak nasıl bir siyaset üretilebilir? Soruyu tersten soracak olursak; “Kitleler için kitlelere rağmen” siyaseti mi denenmelidir? Bu noktada verebileceğimiz en temel cevap nihai hedefi bir an olsun gündemimizden çıkarmadan o tarihsel döneme ve coğrafyaya uygun stratejik programı izlemek ve bu stratejiye uygun taktikleri bütünlüklü bir şekilde uygulama beceresi gösterebilmektir. Bu, devrimci siyasetin sacayaklarını oluşturur.
Nihai hedefi işçilerin iktidarını kurmak olan bir sosyalist partinin Lukacs’ın tabiriyle devrimi sürekli arayan bir stratejiye sahip olması gerekir. Bu yaklaşım statik, salt ilkeler bütününden oluşan bir siyaset tarzı olmadığı gibi Kautskycilik olarak ifade ettiğimiz kitlelerin geri bilincine göre şekil almaktan da bir o kadar uzaktır. Lenin’in Bolşevik partisine baktığımızda gördüğümüz taktiksel esneklik, devrimci strateji ve nihai hedefe bağlılık bizim için yol gösterici olacaktır. Bu yazıyı daha fazla uzatmamak adına nihai hedef, strateji ve taktikler tartışmasını bir başka yazıya bırakarak Kautskyciliğin tarihsel kökenlerine ve güncel yansımalarına dair önemli olduğunu düşündüğümüz noktaları tartışmaya açtığımızı umuyoruz. Tarihin tozlu sayfalarında kaldığı düşünülen bu tartışmanın bugün hâlâ canlı ve devrimci siyaset açısından ne kadar hayati önemde olduğunu hiç unutmamamız gerekiyor.
* Kautsky’nin çelişkisini daha iyi açıklamak gerekir. Savaşın özellikle son yıllarında SPD içerisinde üç temel eğilim vardı. Bunlardan ilki 1918 yılında Weimar Cumhuriyeti’nin kurucu kadrolarını oluşturacak olan sağ eğilim (Ebert-Scheidemann), diğeri bu eğilimin karşısında olan Liebnecht, Rosa, Mehring, Zetkin gibi devrimci isimlerin yer aldığı ve önce Spartakistler’i ardından Almanya Komünist Partisi’ni kuracak olan eğilim ve son olarak bu ikisinin ortasında deyim yerindeyse kararsız bir dengede duran Kautsky’nin merkezci eğilimi. Kautsky’nin temsil ettiği eğilim 1917’de sol kanatla birlikte SPD’den ayrılarak Bağımsız Almanya Sosyal Demokrat Partisi’ni (USPD) kuracak, kısa bir süre sonra Rosaların olduğu sol kanat bu partiden de ayrılarak 1918 yılındaki büyük konsey hareketine önderlik edecek ama yenilecekti. Bu uzunca dipnotun amacı Kautsky’nin Ebert-Scheidemann ikilisi gibi şovenist olmadığı ve burjuvazinin objektif ajanlığını yapmaktan uzak olduğunu kronolojik örneklerle göstermektir.
**Kautsky ve hattâ Bernstein’a haksızlık etmemek için şunu da belirtmek gerekir: Kautsky mecliste yapılan savaş bütçesi oylamasında tam da yukarıda açıkladığımız nedenlerden dolayı çekimser kalsa da Haziran 1915'te, yani savaşın başlamasından yaklaşık on ay sonra Eduard Bernstein ve Hugo Haase ile savaş yanlısı partilere karşı bir çağrı yayımlıyor. SPD’den ayrılıklarının temelinde de savaşa karşı tutum yer alsa da Kautskylerin tavrı Lenin gibi devrimci bir noktadan değil hümanist ve pasifist bir barış savunusundan kaynaklanıyor.
KAYNAKÇA
Gramsci Kitabı - Seçme Yazılar 1916-1935, Der: David Forgacs, Çev: İbrahim Yıldız, Dipnot Yayınları, 2012
György Lukács, Lenin'in Düşüncesi Devrimin Güncelliği, Çev: Ragıp Zarakolu Belge yayınları, 2017.
Karl Kautsky, Proleterya Diktatörlüğü, Çev: Mehmet Karaoğlu, Yazılama Yayınevi, 2008.
Karl Marx ve Friedrich Engels, Çev: Erkin Özalp, Gotha ve Erfurt Programları Üzerine, 2017.
Rosa Luxemburg, Toplumsal Reform ya da Devrim Kitle Grevi, Parti ve Sendikalar Teori ve Pratik, Çev: Tunç Tayanç, Dipnot Yayınları, 2021.
Vladimir Lenin, Proleter Devrimi ve Dönek Kautsky, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, 1989.