KAYIP NESLİ KURTARMAK


Cem Koro 20.06.2023

1 Kasım 2015 genel seçimlerindeki AKP zaferinden bu yana toplumsal muhalefet olarak bir yenilgi döneminin içerisindeyiz. Bugüne dek yenilgi yıllarının neler kaybettirdiği üzerine çok şey yazıldı, söylendi. Rejim tartışmaları, hukuk ihlalleri, KHK'lar yoluyla binlerce solcunun sivil ölüme mahkum edilişi... Elbette hepsi önemli fakat telafisi en güç olan şey yeni rejimin kendisiyle uyumlu bir toplumsallık inşa etmekte gösterdiği başarı. Söz konusu inşa süreci Cumhur İttifakı'na doğrudan destek vermiş kesimlerin yanı sıra düzen içi muhalefeti destekleyen kitlelerin de azımsanmayacak bir bölümünü kapsıyor. Rejim bekasını "yerli ve milli" bir halk ve muhalefet yaratmakta görüyor ve önemli mesafe katetmiş durumda.


Peki toplumun %48'i Erdoğan'a oy vermemişken, iktidarın rıza üretmekte başarısız olduğu ve bir hegemonya krizi yaşadığı söylenirken nasıl böyle bir mesafe katedilmiş olabilir? İşte tam burada aritmetiğin sınırlarından çıkıp ideolojinin ve politikanın sınırlarına giriyoruz. "Yerli ve milli" olma hali olarak ifade edilen şeyi tanımlayarak başlayalım: Bu anahtar kavram bir partiyle kurulan gündelik bağın ötesinde belirli ideolojik söylem ve motiflerle eklemlenme biçimlerini imliyor. "Yerli ve milli"lik şemsiyesi altına girmeyi kabul edenler "muhalif" de olsalar millete dahil olma hakkını haiz hale geliyor. Bunu reddedenler ise millet düşmanı ya da popüler adıyla "terörist" olarak kodlanıyor. Böylece "yerli ve milli" muhalefetle "terörist" muhalefet arasında kalıcılaşmış ve iktidarın müdahalesine daima imkan tanıyan bir ayrım çizgisi çekilmiş oluyor.


"Yerli ve milli"lik söylemine eklemlenme biçiminin özelleşmiş bir veçhesini ise kabaca 2000 ve sonrasında doğan genç kuşak oluşturuyor. Ergenlikleri ya da ilk gençlikleri tam da bu yenilgi yıllarına denk gelmiş olan bu gençler söz konusu inşa sürecine oldukça savunmasız şekilde yakalandılar. İdeolojik ve politik motivasyonları büyük oranda rejimin karakteristiğinin bir varyantı olarak şekillendi. Kendisini ne olduğundan ziyade ne olmadığıyla -terörist- ifade eden reaksiyoner tutum neofaşist müdahalelere maruz kaldıkça giderek gençliği zehirleyen bir hal aldı. Bugün kendisini seküler milliyetçilik, mülteci karşıtlığı, son günlerin sosyal medya modası olan neo-İttihatçılık veya bunların eklektik bir sentezi olarak tanımlayan sınırları muğlak bir sağcılık biçimi bu kuşağın geniş kesimleri üzerinde bir karşılık bulmakta. İktidara muhalif olmanın ahlaki payesiyle "terörist"lere karşı devletin yanında olmanın güvencesini bir arada sunan konforlu bir ideolojik-politik hattan söz ediyoruz.


Peki bir taraftan iktidarın doğrudan kapsayamadığı fakat öte yandan devletin kodlarıyla -kurucu ve mevcut kodların enteresan bir bileşkesi- oldukça uyumlu olduğu görülen bu pek de ele avuca sığmaz duygulanımlar, reaksiyonlar ve konumlanışların kaynağı ne? Bana kalırsa burada ekonomik sorunlara paralel ve çoğu zaman onun dolayımıyla gelişen bir değer ve anlam krizine odaklanmak gerekiyor. Cumhuriyet tarihinin bugüne kadar gördüğü geleceği en belirsiz, güvencesiz ve muhtemelen karanlık kuşaktan söz ediyoruz. Sınıf ve statü mobilitesinin oldukça azaldığı, korkunç bir çalışma rejiminin egemen olduğu ve ana akım siyasetin bu durumu verili bir gerçeklik olarak kabul ettiği bir tabloyla karşı karşıyayız. Düzen dışı solun seslenme kanalları bu kuşağa ulaşmakta, mücadele araçları ise alternatif bir siyaset yaratmakta yetersiz kalıyor. Başta emek gücü olmak üzere tüm yaşamı değersizleştirilmiş ve hiçleştirilmiş bir kuşak kaybettiği anlamı ve değeri bazen tarihsel nostaljilerden türetilen fantezilerle bazense devletle özdeşim kurma yoluyla aşmaya çalışıyor. Bu alternatif ve bir miktar şizofrenik gerçeklik elbette toplumsal sorunların çözümünde değil fakat onları katlanılır kılmakta önemli işlevler görüyor.


İki örnek üzerinden gidelim. İlk olarak son günlerde sosyal medyadaki video editleriyle gençler arasında hızla popülerleşen ve birkaç haftaya muhtemelen yerini başka bir politik modaya bırakacak olan neo-İttihatçılık'ı, daha doğrusu onun popülerleşmesindeki dinamiği ele alalım. Neo-İttihatçılık "devlet için, devlete rağmen" verilen bir mücadele olarak "terörist" olmayan muhalif gençlerin duygulanımlarıyla paralellik gösterdi. İttihat ve Terakki'nin gerçekte devlete kurşun sıkmış bir örgüt olması gibi ufak(!) ayrıntılar elbette pek önemsenmedi. Peki neden?  Çünkü bu editlerin amacı aslında politik bir eylemselliği tetiklemek değil, bir katarsis yaratmaktı. Yani günün sonunda mevcut duygulanımların "devlet için" olan kısmı yeniden üretilirken "devlete rağmen" olan kısmı soğurulmuş oldu.


İkinci örnek ise kriminalize edilen Berkin Elvan imgesi. Bundan yaklaşık on sene önce cenazesine yüz binlerin katıldığı, neredeyse tüm muhalefetin kendi çocuğu, kardeşi gibi sahiplendiği ve iktidar taraftarlarının bile hakkında saygılı konuşmak zorunda hissettiği Berkin tedrici olarak bir nefret sembolü haline getirildi. Bu sadece AKP'nin değil aynı zamanda sokak mücadelesini kriminalize eden ve gençlere neofaşist bir politik formasyon veren "muhalif" odakların psikolojik operasyonuydu. Elbette Berkin Elvan ve Gezi'nin toplumsal bellekteki yerinin değiştirilmesi daha kapsamlı bir inşa sürecinin bir veçhesiydi sadece. İşkenceci Esat Oktay Yıldıran'la ilgili içeriklerin bir kahramanmış gibi dolaşıma sokulması ve benzeri pek çok tema yıllar boyunca gençliğin üzerine adeta boca edildi.  Devletin karşısındaki acziyetinin telafisini devletle özdeşim kurmakta, benliğini devletin bedeni içinde eritmekte bulan ve böylelikle ona karşı mücadele etmenin tüm araçlarından yoksun kalan iyi ihtimalle yüz binlerce genç yaratıldı. Bir nesil böyle zehirlendi.


Bu kayıp nesli haline acıyacağımız kardeşlerimiz olarak görmek yetersizdir. Bu nesil sol tarafından müdahale edilmediği ve dönüştürülmediği takdirde Türkiye'nin felaketi olacak bir neofaşist dalganın kitle tabanını teşkil edecektir. Peki ne yapmalı ve nereden başlamalı? Öncelikle bu nesli -ya da ona karakterini veren ana aksı- bir doğa olayı gibi ele almak yerine ekonomik, politik ve sosyal zeminini iyi tahlil etmek gerekir. Yukarıda çizdiğim genel çerçevenin bunun için oldukça yetersiz olduğunu kabul ediyorum. Bu sebeple bu tartışmayı hem detaylandıracak hem de genişletecek kolektif bir üretimin zorunlu olduğunu düşünüyorum. Bu tartışma orta yaşlıların hayıflanmasının ötesine geçmek, bizzat gençlerin dahil olduğu müdahale odaklı bir perspektiften ilerlemek zorundadır.


Bu tartışmanın söylemsel alanla sınırlı kalmamasını sağlayacak olan ise onun genel siyasi hatla ve mücadelelerle bağlantısının kurulmasıdır. Başta neofaşizm olmak üzere her türden sağcılığa bırakılan alanların kaybettirdiği yılların telafisi sol kültürün sağ kültürle karşı karşıya geldiği bir kültür savaşı olamaz. Evet, bu gereklidir ancak yetersizdir. Çözüm bakmayanların bile göreceği kadar büyük ve anlamayanların bile dahil olabileceği kadar zorunlu mücadele alanları yaratmaktır. Yitirilen anlam ve değer dünyasının ikamesini eylemli bilinçle sağlamaktır.


Sorunu ortaya koyarken gösterdiğim somut yaklaşımın çözüme gelince yerini oldukça soyut ifadelere bıraktığını fark etmişsinizdir. Bunun sebebi gayet açık: Bu kadar büyük bir soruna ne tek bir kişi ne de tek bir yazı çözüm bulabilir. Ancak sosyalist hareket olarak bir çözüm bulmak zorundayız. Kayıp nesli kurtarmak zorundayız. [i]





[i] Yazı Görsel: Zeynep Özatalay