Sosyalistler 14 Mayıs’tan Ne Çıkarmalı?


Burak Çetiner 30.05.2023

Bu satırlar 15 Mayıs günü de aynı şekilde yazılabilirdi ama kısa vadeli çözümlerin imkansızlığını göstererek moral bozmamak için 28 Mayıs sonrasını beklemek daha yerinde olacaktı. Ancak her iki seçim sonucu da özelde sosyalistler, genel olarak da Saray Rejimi’nden kurtulmayı arzulayan geniş kitleler için aynı gerçeklere işaret ediyor. Bu durumu kısaca, matematiksel bir yaklaşımla sosyal bir değişim yaratmanın mümkün olmadığını söyleyerek özetleyebiliriz. Biraz daha açarsak, 2018 milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinden beri ülkede başta ekonomi olmak üzere birçok alanda radikal denebilecek gelişmeler yaşanmasına rağmen oy oranları ittifaklar bazında incelendiğinde ne ülke ne de farklı iller özelinde ciddi bir değişim yaşanmadığını görüyoruz. Partilerin oy değişimlerinin yine kendi ittifakları içinde kalan diğer partilere dağıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz ki bu durum hem Cumhur hem Millet hem de Emek ve Özgürlük İttifakı için geçerli. Bütün bu tablodan çıkarabileceğimiz tek bir sonuç olduğuna inanıyoruz; sosyal hareketler olmadan seçmen davranışlarında ve siyasi tabloda ciddi ve kalıcı bir değişiklik mümkün olmuyor. Bu yorum bir umutsuzluk olarak değil, 2018-2023 yılları arasında Türkiye’de yaşanan onlarca gelişmeye rağmen neyin eksik olduğunu gösteren ve önümüzdeki dönem sosyalistler açısından neyin hedeflenmesi gerektiğini ortaya koyan bir tespit olarak görülmeli.


İki gün önce gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı 2. Tur seçimlerinden sonra öfkenin ve hayal kırıklığının yapıcı şekilde böyle bir alana değil başka bir yere kanalize edildiğini gördük. Bu yazının yazılma ihtiyacı ise tam da bu yanlış yere kanalize olan öfkeyi bir nebze olsun doğru bir kanala yönlendirme niyetinden kaynaklanıyor. Bu seçim sonrasında Saray Rejimi’nden kurtulmak isteyen ve bunun için mücadele eden geniş kesimlerde iki tür tepki gördük: Birincisi bir tür yılgınlık, “ne yapsak olmuyor” hissiyatıydı, ikincisi ise iyi niyetli olmakla beraber uzun vadede çok da bir şey ifade etmeyen sloganvari sözlerle “mücadeleye devam edeceğiz” yaklaşımıydı (Klasikleştiği kadar trajikleşmiş de olan “Bu halk cahil” diyerek halkı aşağılayan tutum ise zaten mücadelenin gerçek bir parçası olmayanlardan geldiği için pek fazla ciddiye almaya gerek yok.). İki zıt ama sonuç itibariyle benzer sonuçlar üretecek olan tepkilerin yerine Saray Rejimi’ne karşı biriken öfkenin önümüzdeki seçimsiz dönemde (yerel seçimleri saymazsak) nereye kanalize edilmesi gerektiğini biraz açmaya çalışacağız.


Türkiye’nin yakın geçmişinde sosyal hareketliliğin siyasi tabloya yansımasını görebileceğimiz en önemli örnek, Gezi Direnişi ve 7 Haziran 2015 seçimlerinde HDP’nin aldığı %13.12’lik oy arasındaki ilişkide görülebilir. Tabii ki burada anlatılmak istenen AKP’ye karşı kitleselleşen bir direnişin nasıl oy sayısını tahvil edileceği değil, halkın geniş kesimlerinin politikaya aktif katılımının sağlanarak siyasi duruma soldan müdahale edilecek alanın açılmasıdır. Başka bir deyişle, Gramsci’ye referansla söylersek, ideolojik hegemonyanın yaratılmasıdır. 7 Haziran seçimlerine kadar geleneksel tabanı %6-7 arasında bulunan Kürt Hareketi’nin Gezi Direnişi’yle güçlenen ve alanda ortaya çıkan dinamikleri siyaset arenasına çıkartarak toplumsal tabanını genişletmesidir. Nitekim bugün Emek ve Özgürlük İttifakı’nın toplumsal tabanını kalıcılaştıran ve benzer bir oy potansiyelini korumasını sağlayan dinamik de burada aranmalıdır. Toplumsal değişimin Millet İttifakı’nın önerdiği tavandan matematiksel yöntemlerle ve bunun sonucunda sürekli sağa yönelen bir şekilde gerçekleştirmek yerine daha zor ama daha gerçekçi olan, sosyal hareketlere yaslanarak bir toplumsal değişimin nasıl yaratılabileceğini bu örnek üzerinden anlamaya çalışabiliriz. Türkiye sosyalist hareketinin tarihine baktığımızda özellikle 60’lı ve 70’li yıllardan, hatta 90’lı yılların işçi mücadelelerinden benzer örnekler bulmak mümkün, ancak yazının ana fikrini fazla dağıtmamak açısından yukarıdaki tek örnekle yetineceğiz.


Seçim döneminde en sık yaşanan tartışmalardan biri de “boş tencere iktidar götürür” argümanına karşı kültürel kodlarla oy veren seçmen davranışı arasındaki ikilemdi. Seçimler net bir şekilde gösterdi ki ne ekonomik nedenler mekanik bir şekilde siyasi değişimlere yol açıyor ne de kültürel kimlikler üzerinden uzun zamandır sıkışmış olan Türkiye siyaseti bir değişim vadediyor. Peki asıl olanın değiştirmek olduğunu bilen sosyalistler bu tablodan ne çıkarmalıdır? Türkiye’de soldan bir dönüşüm yaratmak isteyenlerin bugün itibariyle yüzünü dönmesi gereken 3 önemli toplumsal dinamik olduğunu düşünüyoruz: gençlik, kadın ve işçi hareketi. Tarihsel ve güncel olarak ülkedeki mücadele birikimin taşıyıcısı olan bu üç sac ayağını güçlendirecek ve örgütleyecek araçları yaratmak zorundayız. Gençlik hareketi her ne kadar yakın geçmişte Boğaziçi Direnişi gibi bir deneyimden geçmişse de seçim sürecinde de gördüğümüz üzere milliyetçi akımların farklı tonları tarafından kuşatılmış durumda. Sosyalistler olarak bu kuşatmayı yaracak ve geniş gençlik kitlelerini mücadeleye sevk edecek araçları yaratmalıyız. Kadın hareketi ise özellikle son yıllarda yaptığı güçlü çıkışlar ve Saray Rejimi’yle uzlaşmaz çelişkileri sayesinde bu düzenden kurtulmamızda baş rolü oynayacak öznelerden biri. Ancak güçlü bir işçi hareketinin yokluğunda bu hareketlerin sınırlarını da yaşayarak gördük. O yüzden bir yandan sendikal örgütlülüğü güçlendirecek ama bununla yetinmeyerek özellikle önümüzdeki dönemde Saray Rejimi’nin saldırıları karşısında fiili ve militan mücadelelere girişme potansiyeli olan sınıf bölüklerinin etkili bir şekilde desteklenmesini sağlayacak hamleler yapılmalı.


Lafı biraz uzatmak pahasına, Türkiye’de kalıcı bir değişimin tavandan değil tabandan yani mücadele alanlarından gelmesi gerektiğini yakın geçmişimizden örneklerle anlatmaya çalıştık. Dikkatli okuyucunun fark edeceği üzere yazı boyunca önemli bir eksik vardı. Peki bu değişimi kim yaratacak, bu işin öznesi kim? Yine 14 Mayıs seçimlerine baktığımızda bu işin ilk adımını Türkiye İşçi Partisi’nin içinde bulunduğu ittifakla beraber atmış olduğunu görüyoruz. TİP, milletvekillerinin başarılı performansları sayesinde soldan bir ideolojik hegemonya yaratılmasının ilk koşullarını yaratmış oldu. Tabii ki bu koşullar gökten inmediği gibi tarihsel olarak sosyalist hareketin bu topraklardaki birikimine ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin demokratik alanlardaki kazanımları üzerinde yükseldi. Bu yüzdendir ki, Emek ve Özgürlük İttifakı bu değişim potansiyelinin ana öznesi olarak ortaya çıktı. Bundan sonrasında da yukarıda bahsedilen dinamiklerin (gençlik, kadın, işçi hareketleri) önünü açacak, daha da önemlisi örgütleyecek kanalları yaratacak bir yolda ilerlenip örgütsel bir başarı yakalanırsa, umutsuz olmak için hiçbir neden yok. Yeter ki 29 Mayıs’tan başlayarak 2024 yerel seçimlerini hedefleyen ve sonrasında da 2028 seçimlerine hazırlanan bir ufka mahkûm olmayalım.