Soluk Arayışının Çağrısı


AKP başkanlık anayasası ile 1950’lerden beri Türkiye faşizminin temel problemine üretilen çözümü yasal bir çerçeveye kavuşturmuş görünüyordu. Faşizm bir kitle tabanı olmadan varlığını sürdüremez. AKP bir parti olarak ortaya çıkana kadar inşa edilen tabanı da yeni baştan yaratmayı başarmıştı. Bu taban yaratılırken alınan dış kredinin bir kısmı da sus payı olarak dağıtıldı.


Sol ve yurtsever güçler 2000’lere girerken dağıtılmıştı ama toparlandılar, görece istikrarlı ve bağımsız bir hat tutturdular. Ancak bu arada yasa dışında düşünme ve eylemeye dair tavırlar geride bırakıldı. Bu toparlanma kredi musluklarının kısılmasına denk geldi. Ancak bu kısmi toparlanma Gezi’ye ve 6-8 Ekim’e rağmen yeterli olmadı ve AKP’nin faşizmin kitle tabanı ilanına yetişmedi.


Sonrası kitle hareketi potansiyelinin adım adım dağıtılması oldu. Bu arada CHP’yi anayasaya aykırı ama evet çizgisinde, silahlı Kürt hareketini bu potansiyeli masaya dönmek için bir araç olarak kullanma politikasında, sosyalistleri ise eldekini koruma çabasında gördük. Sonuç düzenin değişmesini isteyen muhalif kitle için ağır bir yenilgi oldu. Ancak bir önceki paragrafta bahsedilen toparlanmanın kısmiliği potansiyeli yenilgi havasının ağırlığından görece korudu. Çünkü örgütlünün yenilgisi her zaman için örgütsüzün yenilgisinden ağırdır.


Muhalif potansiyel açısından zora dayalı değişim fikrinden uzaklaşmak ve bunu benimsemek ağır bir sonuç olarak görülebilir.


Zora dayalı değişim iddiasının tekrar örgütlenmesi için geçmiş pratikten bugünün nesnelliğini değiştirebilecek bir teori çıkarılması gerekiyor[1]. Önce teori ve ortak devrimci akıl kaybedilmiş, bunu kitle hareketi ile her geçen gün açılan mesafe izlemişti. Bunun sonucu ya geçmişe sarılma, sekterleşme, içe dönme oldu ya da liberal teoriden ödünç kavramlarla gelip geçici mesafeler alındı. Ancak sosyalistlerin bütün bölükleri legallikte birleşti.


Sosyalistler açısından durum böyleyken Kürt hareketi çözüm masası çatışma sarmalında Rojava üzerinden bir kazanım elde etmiş görünüyor. Bunu elde ederken ödedikleri bedeller Türkiye sınırları içinde illegal varlığını tasfiye etmek ve ABD ipoteğini kabul etmek oldu. Batı üzerinden iktidar değişikliğindeki yeni çözüm ihtimaline göre Türkiye’deki yasal partiyi şekillendirdiler. Çandar ve Cemal’in adaylığı, tutsak hiçbir HDP’linin aday gösterilmemesi, listelere yazılan isimlerin mümkün mertebe mahkeme problemi olmayanlardan seçilmesi bu hazırlığa işaret sayılabilir. Son maddenin ne kadar güç uygulanabilir olduğu düşünülürse hassasiyet daha iyi anlaşılır. NATO’nun Finlandiya genişlemesi oylamasına girmemeleri de bunun başka bir görünümü.


İttifak ortağıyla sosyal medyada yıpratıcı bir şekilde karşılıklı yürüttükleri liste pazarlıklarına denk gelen TİP de Finlandiya oylamasında yoktu. Bu bir jest olsa gerek ama karşılığı olmadı. HDP, TİP’in batı illerinde son 2-3 seçimdir HDP’ye oy vermeye başlayan CHP’nin solunda yer alan birkaç milyon oyu alarak sosyalizan bir kitle partisi olma ihtimalini kendine engel olarak gördü. Seçim sonuçları HDP’nin yaklaşık 2 milyon oy kaybettiğini gösteriyor. TİP’in aldığı yaklaşık 1 milyon oyun tamamının buradan geldiğini söylemek mümkün değil.


Bütün partilerin sağa kaydığı, iktidarın kendisini daha da sağa kayarak yeniden inşa etmeye hazırlandığı bu günlerde bu kayışın nispeten daha berrak gözlendiği yer YSP ve TİP. Çünkü sağa kayışa potansiyel direnç az ya da çok orada olmalı. AKP’nin özellikle büyük şehirlerde yaşadığı bir oy kaybı var. Ancak bu oy kaybı solun yokluğunda sağa, milliyetçiliğe yöneliyor.


MHP bunun farkında olarak AKP ile beraber çıkardıkları meclis çoğunluğunu garantileyen seçim yasasını umursamadan kendi listesini ayrıca verdi. Bu bütün üst perdeden söylemlere rağmen silahlı yüksek bürokrasideki pozisyon alışın bir sonucu. Bu elbette ki 15 Temmuz’dan beri zaman zaman gündeme gelen Türkiye kontrgerillasının parçalandığı argümanının bir sonucu değil. Kontrgerilla parçalanmış değil, 71 silahlı çıkışının üzerinden elli yılı geçmişken muarızlarını ya yenmiş ya da sınır ötesine yollamayı başarmışken bir parçalanmışlıktan bahsetmek boş olur.


Milliyetçilik önümüzdeki dönemde tüm renkleriyle ağırlığını artıracaktır.


Türkiye kapitalizmi kendine bir yol arıyor. AKP ile sermayesini büyütenleri inşaat, gıda, tekstil vb’den biliyoruz. Şu kelimeler zaten şirket kaşelerinin üzerinde kısaltmalarla yan yana gelen sektörler. Bunların en büyükleri ilk ona kadar geldi. İlk onda hala ağırlığını sürdüren TÜSİAD ise 2016’dan beri bir yol öneriyor. İktidar cephesi içindeki iç mücadelenin AKP lehine bittiği, başkanlık sistemine fiilen geçildiği, lokomotif sektör inşaatın artık hızının kesildiği bir dönemde TÜSİAD, AKP’den istediğini alamadığını gördüğü oranda bunu yüksek sesle dillendirmeye başladı. Emperyalist sermaye akışının azaldığı ortamda AKP’nin buna cevabı TÜSİAD planını bir yana bırakıp Türkiye burjuvazisini içerden fonlamak oldu.


İçerden fonlamanın bedeli pandemiyle birlikte işçilerin mülk edinme ihtimalini imkânsıza yaklaştıran, beyaz yakalıları mülksüzleştiren ve yoksullaştıran, yüksek enflasyon, değersiz bir para, eriyen hazineyle tamamlanan bir tablo oldu. Sömürü katlandı.


Gezi’nin tam da onuncu yılında muhalif kitle azın da azına razı olacak noktaya geldikçe CHP’nin ideolojik hakimiyeti altına girdi. Özellikle son on yılda derinleşerek yaşanan ekonomik yoksullaşma, siyasi tasfiye ve hukuki tabloya muhalif kesimden bir rıza üretme karşılığında TÜSİAD’ın projesinin uygulayıcılığına talip oldu. Muhalif kitle bunu bir soluk alma fırsatı olarak gördü çünkü böyle büyük bir yol haritası küçük ferahlatıcı anlar yaşatmadan büyük kitlelere yaptırılamaz ve benimsetilemez. Rıza üretiminin de bir fiyatı vardır.


Kuşkusuz dünyada Çin ve Rusya liderliğinde yükselen yeni emperyalist bloklaşma AKP tarzı yönetimler için uygun gri alanlar yaratıyor ancak bu topal bir rıza üretimi ve giderek artan dozda zor uygulama mecburiyetini beraberinde getiriyor. Yönetmenin maliyeti arttı. AKP’nin kendi sağına açılmasının sebebi burada.


6’lı masanın AKP’nin ilk yıllarına benzer bir döneme dönme arzusu ortada. Peki, böyle bir dünya kaldı mı? ABD, İngiltere ve AB’nin kredi musluklarını sonuna kadar açtığı bir dönem olmayacağını düşünenler var. Ancak emperyal rekabet bunu sağlayabilir. 6’lı masa eğitim sistemini hükümetten bağımsız, emperyalist çıkarlara dayalı şekillendirerek kalifiye işçilerle görece yüksek teknolojili bir üretim ve sermaye birikimi modeli öneriyordu. Kahir ekseriyeti işçileşmiş bir toplumda hem artı-değer oranını yükseltmek, hem bu işlerin bir kısmını nispi refah hissi yaşatacak şekilde kalifiye etmek hem de görece eski ama yaygınlaşan teknolojileri Batı emperyalist merkezlerden sömürgelere taşıma ihtiyacına cevap verecek bir model. Beraberinde Türkiye'nin lojistik hatların kavşaklarından biri olması öngörülüyor.


CHP ve 6’lı masanın uygulayıcılığına talip olduğu projeyi bazı değişikliklerle pekâlâ ben de yapabilirim diye düşünüyor AKP. Özellikle son dönemde artan savunma sanayi vurgusu sadece bir veliaht hazırlama kaygısıyla yapılmıyor. Üstelik şehirli seküler milliyetçi kesimi etkilediği de görülüyor.


Seçimin kaybedeni Türkiye'de emeğiyle yaşayan, mülksüzleşen milyonlar.


Kuşkusuz CHP'nin ya da 6’lı masanın bu projenin başlatıcısı olma ihtimali bir yana başlatsa da semeresini göremeyeceği açık. Türkiye kapitalizminin emperyalist merkezlerden aldığı sermayenin katlanarak geri dönüşü mevcut modelle verimsiz. Sermayenin büyüme arzusu uygun bir yol açmaya çalışıyor kendine. Bu bir parça kaotik ama kararlı ve sonuç alıcı bir süreç. Yakın zamandaki Cumartesi Anneleri eyleminde bir polisin eylemcilere söylediği “Size devleti yedirmeyeceğiz.” sözü bu hissiyatın sonucu.


CHP de bu ihtiyacı ve boşluğu gözeterek partiyi ve ittifaklarını yeniden şekillendirdi. Seçimlerde gösterdiği problem çıkarmama ve yatıştırma tavrı yerini kararlı bir sakinliğe bıraktı. "Referandumda aslında hayır kazanmıştı." diyen, başkanlık anayasası ihtiyacının karşısında durmayan Kılıçdaroğlu, Türkiye burjuva bloğunun ihtiyaçları doğrultusunda yeni birikim modelinin temel atma törenine aday oldu. Ancak bunda başarılı olamadı.


AKP seçim ekonomisiyle ve Türk-İslam sentezinin kristalleştiği tabanıyla kurduğu çok yönlü bağlarla bunu engelledi. Gerisini ekonomi ağır ama yavaş yavaş etkileyecektir.


Önümüzdeki dönemde her türden milliyetçilik ve sağcılık yükselecek. Solun ezildiği ve teorisizleştiği, şehirleşmenin tamamlandığı, proleterleşmenin derinleşerek sürdüğü dönemde yeni sermaye birikim modeline tepkiler sağa ve milliyetçiliğe kanalize olacak.


Che öncünün mücadeleyi bırakamayacağını ancak yorulduğunda soluklanabileceğinden bahseder. Bir öncünün yokluğunda kitlelerin soluk arayışı Türkiye kapitalizminin geldiği noktayı ve devam edeceği yolu tartışmamız için bir çağrı değil mi?




[1] Teori tartışmasının elzemliğine dair okunabilir https://mavidefter.net/sandiga-gider/