Seçimler & Ötesi: Seçim Sonrası Kürt Siyaseti ve Çözüm Arayışları


Aydın Onay 06.05.2023

Ülke bir bütün olarak sağa kayarken, şovenizm dalgası bir karabasan gibi bu toprakların üzerine çökmüşken yıllardır direnen Kürt halkı ve onun siyasal özneleri bu seçimin de "kaderini belirliyor".


Siyasi temsiliyeti üzerinde yıllara yayılan yoğun baskı ve şiddet, yine son yıllarda hızlanan askeri operasyonlar Kürt hareketini sindiremedi.


Bütün bunların ışığında 15 Mayıs'ta oluşacak mecliste ve bölgede Kürt hareketi daha da güçlenerek konumlanacak gibi. Peki bu güçlenme yeni bir masa kurulmasının veya çözüm sürecinin kapısını aralar mı? Yeşil Sol Parti'nin çok tartışılan adayları bu konuda bize ipucu veriyor mu? Kürt hareketi ve sol yeni dönemde nasıl bir düzlemde temas etmeli.


Bütün bunları yazar Onur Emre Yağan ile konuştuk. İyi okumalar.


Öncelikle merhaba, seninle esas olarak Kürt siyasetinin seçimden sonra ne yönde seyredeceği, örneğin Kürt halkının uzun süreli arayışı ve mücadele konusu olan çözüm sürecinin ufukta görünüp görünmediği ve sosyalistlerin olası bir çözüm sürecine yaklaşımı üzerine konuşmak istiyoruz. Fakat o kısma geçmeden, seçim sürecine dair kısa bir değerlendirme yapmanı isteyeyim.


Teşekkürler, seçimlerle ilgili yapılan genel değerlendirmeleri tekrar etmeden şunu söyleyebilirim: Son 20 yıl söz konusu olduğunda, kazanmak için en uygun koşullara sahip olduğumuz bir aşamadayız diye düşünüyorum.


Ekonomik kriz, toplum içi kutuplaşma, siyasal alanın verimsizliği ve parçalanmışlığı vesaire var, ama bu gelişmelere tek tek değinmeden ve biraz da soyutlayarak ifade etmeye çalışayım: AKP ve Erdoğan, önceki yıllardan farklı olarak, kendi çıkarlarını toplumun temel çıkarları şeklinde sunma yetisini kaybetti. Özellikle 2019 yerel seçimlerinden itibaren bu tablo daha net görülüyor. İktidar temsilcileri artık, kendi projelerine toplumsal kesimleri dahil edemiyorlar. Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığına geldiği süreç iyi bir örnek mesela. AKP ve Erdoğan önce Kılıçdaroğlu aday olsun diye bin türlü dolap çevirdi. Sürekli “hadi aday ol” çağrıları yaptılar. Ekrem İmamoğlu’nu mahkeme kıskacına aldılar ve Kılıçdaroğlu biraz da seçeneksizlikten aday haline geldi. Onun Alevi, sol kimliğini kullanarak sağ seçmenin Kılıçdaroğlu’na yönelimini engelleyeceklerini düşünüyorlardı. Şu anki tabloya baktığımızda Erdoğan’ın evdeki hesabının tutmadığı görülüyor. Şimdi açıklama yapıyor Erdoğan, “Kılıçdaroğlu’nu aday olarak karşımıza diken bir mekanizma var” diye. İyi ama en fazla sen istiyor gibi davranıyordun.


AKP merkezli siyasi hareketin geçmişte toplumla bağ kuran kadroları vardı ve bu sayede siyaset dilini, politik davranış kalıplarını ve hatta tarih yazımını bile belirledikleri birçok örnek var. Artık bunu başaramıyorlar. Özetle, geçmişte toplumla ilişki kurabilen bu siyasi hareket bugün büyük ölçüde ihale yöneten, dağıtan ve devleti buna göre düzenleyen bir tür hırsızlar rejimine dönüştü. Bu rejimi biraz führer mitinden kopya ettikleri reis efsanesiyle ya da işte siper toplumu ve benzeri ideolojik nosyonlarla güçlendirerek insanlara kabul ettirmeye çalıştılar. Ancak bu sağ paradigma başarısız oldu ve parçalanıyor. Bu çözülmeyi bizim avantajımız sayıyoruz ve ben ekonomik sıkıntıların da yarattığı tepkiyle birlikte ele aldığımızda, Erdoğan’ın da AKP’nin de kaybedeceğini düşünüyorum.


Peki, esas konumuz olan Kürt siyaseti kısmına geçelim. Senin paylaşımlarından da kamuoyunda konuşulanlardan da anladığımız kadarıyla Kürt hareketinde iktidar değişirse ya da belki değişmezse dahi bir çözüm süreci beklentisi var. Bugüne kadar birçok defa Kürt sorununu çözme girişimleri oldu ve hepsi başarısız oldu. Biraz geriye doğru hafıza tazelersek bu çözüm denemelerinin özeti nedir, neden başarısız oldu bu girişimler?


Evet, ölçeği ve toplumsal-siyasal alana yansımaları farklı boyutlarda olan çok fazla deneme oldu ve çok ders çıkarıldı gerçekten. Öyle ki, kimileri için Kürt sorununa çözüm arayışı, tüm çukurları ezberlenen bozuk bir yol gibi oldu. Bana göre bu çözüm denemelerinden üçü hem siyasal tarih okumasında hem Kürt halkının ve Kürt hareketinin hafızası açısından hem de geleceğe dair tahminlerde bulunmak söz konusu olduğunda daha fazla dikkati hak ediyor.


Bunlardan birincisi, 1993 yılında Turgut Özal’ın girişimleriyle başlamıştı. PKK büyüyen bir askeri güce ve Türkiye’de legal siyasal alanda da etkili bir harekete dönüşüyordu. Aynı zamanda kapitalist devletler açısından Körfez Savaşı sonrası Ortadoğu pastasından pay kapma yarışı da başlamıştı. Özal ABD’nin bölge planlarına ortak olmak istedi ve PKK’nin ateşkes ilan etmesiyle birlikte bir süreç başlatılacaktı. Başarısızlıkla sonuçlandı, Özal devreden çıktı ya da çıkarıldı ve sonrasında Kürtlere dönük çok ciddi baskılar, saldırılar gündeme geldi. Aslında başarısız olan her çözüm denemesinden sonra Kürt halkına ve siyasi temsilcilerine dönük daha şiddetli baskılar yaşandı. Bu arada ilginç bir tesadüf, o zaman da Cengiz Çandar vardı ve Özal’ın haber taşıyıcısı gibi çalışıyordu. Şimdi yine bana göre uluslararası güçlerin de desteğiyle devreye sokuldu.


Neyse, ikinci önemli girişim ya da daha çok Kürt tarafının çabası, denemesi diyelim, Abdullah Öcalan’ın 1999 yılında Türkiye’ye getirilmesinden sonra oldu ve yaklaşık beş yıllık bir sürece yayıldı. Yine Irak’ın işgali ve Ortadoğu’da yeni düzenlemelerin olduğu bir dönemi kapsıyor. O evreden Türkiye devleti bir şey elde edemeden ve buna karşın PKK güçlenerek çıktı. Bu durumun yani devletin Kürt tarafı karşısında dezavantajlı bir duruma düşmesinin çözüm çabalarının başarısız olmasında esas etkenlerden biri olduğunu düşünüyorum.


Üçüncü önemli çözüm süreci girişimi ise, 2013 yılından başlayarak İmralı, Kandil, HDP gibi Kürt hareketinin her alandaki temsilcilerinin devreye girdiği bir biçimde ilerledi ve Mart 2015’te Dolmabahçe Mutabakatından hemen sonra AKP tarafından başarısızlığa uğratıldı. Bu deneme sonrasında Türkiye siyasi tarihinde Kürtlere dönük en ağır saldırılar yaşandı, hala yaşanıyor. On binlerce siyasi temsilci, genel başkanlar baskıya uğradı, hapsedildi, çok sayıda sivil insan öldürüldü. Öcalan’a ağır bir tecrit uygulanıyor, Kürt halkının siyasi iradesine üst üste kayyumlar atandı.


Bu son çözüm girişimin neden başarısız olduğu çok tartışıldı ama birçok belirsizlik de var. Sen nasıl değerlendiriyorsun?


Sırrı Süreyya Önder bir röportajında o dönem ortaya çıkan başarısızlığı “barışı toplumsallaştıramamak” biçiminde açıklamıştı. Doğruluk payı çok fazla olan bir saptama. Siyasal mücadelelerde toplum kesimlerini planların ve süreçlerin etkin bir parçası haline getirirseniz başarı şansınız artar, üstelik kimse kolay kolay sözünden dönemez ve daha az başınız ağrır. Kürt hareketiyle bu son seçim vesilesiyle yapılan ittifak denemelerinde de bu kuralın geçerli olduğunu gördük.


Ama Önder’in tespiti kadar önemli olan bir nokta daha var kanımca. 2013-2015 arası yaşanan süreçte, çözüm olasılığıyla birlikte Kürt hareketi hem Türkiye’de hem de bölgede güçlenmeye başlamıştı. Kürt hareketi barış koşullarının olgunlaştığı bir ortamda Suriye’de ve Türkiye’de siyasayı belirlemeye aday hale geliyordu. Böylece AKP’nin gelecek planlarıyla ve ideolojik-kültürel yapısıyla mesafeli olan bir hareket, politik-toplumsal alana düzen verecek bir nitelik kazanacak, Kürt sivil-askeri siyaseti meşruiyetini artıracak ve Ortadoğu’da kabul edilebilir bir özneye dönüşecekti. AKP ve Erdoğan bunu gördü, kendi planlarıyla ve gerici karakteriyle örtüştüremedi ve masayı devirdi. Yani yine Kürtlerin avantaj elde edeceği bir süreci ortadan kaldırmayı tercih ettiler.


Bu söylediklerimin özeti olarak şu iki noktaya tekrar dikkat çekeyim: Birincisi, çözüm süreci denemeleri başarısız olduktan sonra devlet her defasınada Kürtlere baskıyı artırıp, haklarını tırpanlamaya çalışıyor. O yüzden de çok hassas yaklaşılması gereken bir süreç bu. İkincisi, Kürt sorununun çözüm denemelerinde devlet Kürt hareketinin güçlenerek yol almasından rahatsız oluyor. Mesele sadece, barış gelsin, akan kan dursun gibi bir çerçevede masumane ya da iyi niyetle ilerlemiyor. Türkiye’de ve Ortadoğu’da Kürtlerin güçlenmesi müesses nizam için bir tehdit olarak görülüyor ve engelleniyor. Devlet aklı ve hatta uluslararası güçler bu süreçleri daha çok Kürtlerin belirli bir teslimiyet düzeyinde geri çekilmesini sağlayarak aşmak istiyor. Şimdi söyleyeceğim bazı arkadaşlar için biraz can sıkıcı olabilir ama ben bu son süreçte de Hasan Cemal, Cengiz Çandar gibi kişilerin rolünün, devlet aklıyla davranarak Kürt sorununa yaklaşmak olduğunu düşünüyorum.


İkinci kısım biraz iddialı oldu gibi, açabilir misin? Yani Çandar, Cemal gibi kişiler devlet aklını mı temsil edecek bu süreçte?


Şöyle açıklamaya çalışayım. Belli ki bir çözüm süreci beklentisi var. Sırrı Süreyya Önder’in, Hasan Cemal ve Cengiz Çandar’ın, Öcalan’ın avukatlarının ve kimi sol liberallerin milletvekili adayı yapılması çözüm süreci beklentisini gösteriyor. Ayrıca son aylarda Irak ve Suriye Kürt hareketleri arasında ABD’nin de dahil olduğu bir diplomasi yürütüldüğünü de biliyoruz. Uluslararası merkezlerin uzunca bir süredir AKP iktidarını bir çözüm sürecine ikna etmeye çalıştığı da birçok kez yazıldı, söylendi. Yani aslında yeni bir çözüm süreci arayışı çok da yeni bir durum değil. AKP iktidarının içinde bulunduğu koşullar, bu partinin siyasi angajmanları, Kürt hareketinin Erdoğan-Bahçeli ittifakı karşısında uzun süredir sert bir muhalefet örgütlemesi gibi faktörler bu konuda adım atılmasını doğal olarak engelliyor. Koşullar olgunlaşmamıştı diyelim. Fakat seçimle birlikte ülke politik panoraması değişecek ve uygun koşullar oluşacak diye umuluyor.


Eğer iktidar değişirse çözüm süreci olasılığı daha güçlü görünüyor. Türkiye’nin demokratikleşmesi, uluslararası ilişkilerin güçlendirilmesi, bölgede ve ülkede avantajlı bir güce dönüşmesi, ekonomik rahatlama ve mesela Türkiye’deki Suriyelilerin ülkelerine gönderilmesi isteniyorsa Kürt sorununun çözümü için adım atılması ve savaş koşullarının ortadan kaldırılması lazım. Kürtlerle savaşan bir ülkenin Suriye devletiyle barışması bana göre mümkün değil. Aksi durumda Türkiye’nin Irak’la, İran’la kuracağı ilişki de güvenlik kaygılarının belirlediği ve sınırladığı bir düzeyde kalır. ABD ve Rusya gibi uluslararası güçler Türkiye’yi bölgede daha fazla manipüle edebilir vesaire. Ayrıca Türkiye’de yüzde 9-12 aralığında oy oranı olan bir politik özneyi çok uzun süre siyaset alanının dışında ve çatışma koşullarında tutamazsınız, bu sorunun çözülmesi Türkiye devleti için de akıllıca bir davranış olur.


Bununla birlikte, yeni meclis aritmetiğinde HDP’nin istediğinde kilit, istediğinde anahtar rol oynayacağı da tahmin ediliyor. Ülkede artık iç siyasetin istikrarlı devam edebilmesi için de Kürt sorununu çözmek için adım atmak zorunda kalacaklar. Ama yukarıda da anlattık, çok meşakkatli bir mesele bu, kriz dinamikleri çok olan bir mesele. Devlet yekpare davranamayabilir, sürece karşı olanlar provokasyon yaratabilir ve Kürt hareketinin bu süreçten güçlü çıkma ihtimali süreci yeniden tıkayabilir. Cemal/Çandar ekolünün ise Kürtlerin genel siyasal ve kültürel taleplerine karşı olduğunu düşünmüyorum ben, bu talepleri liberal bir eksende yıllardır savunuyorlar. Öte yanda ise, sürecin devrimci bir eksende ilerlemesini engelleyip, Kürt tarafının isteklerinin belirli bir düzeyde kontrol altına alınması için rol oynayacaklar. Hem uluslararası güçlerin çıkarlarını hem devletin geleneksel aklını hem de sermaye sınıfının çıkarlarını düşünerek bir denge kurmak isteyecekler. Daha doğrusu onlara biçilen misyon bu. Bu kişilerin Kürt siyasal hareketinin organik temsilcileri olmadığı ve onların da Kürt hareketine aidiyet hissetmedikleri açık, bu birliktelik daha çok gerekli görülen bir politik ilişki ya da bir sonraki adıma geçebilmek için bir fedakârlık, iyi niyet göstergesi, ne derseniz, öyle değerlendiriliyordur.


Üzerine çok konuşulabilecek tartışmalı bir mesele bu tabi. Şöyle devam edelim. Bir liberal tasalluttan bahsediyorsun, buna karşı sosyalist bir perspektiften bakınca neler söylenebilir? Karşı mı çıkmak lazım yani böyle bir sürece?


Açık söylemek gerekirse, ben karşı çıkmak gerektiğini değil de etkin bir müdahalede bulunmak gerektiğini düşünüyorum. Hatta bu soru vesilesiyle, sosyalistlerin bir kesimi için farklı sayılabilecek ya da ezberlere uygun olmayan bir düşünceyi de ifade edeyim.


Bence sosyalist hareketin bir kesiminin Kürt sorununa yaklaşımda paradigma değiştirmesi de bir ihtiyaç. Yani öncelikle sosyalist hareketin Türkiye’de Kürtlerle kurduğu ilişkide karşılığı olan “mesafelenme” arayışının doğru tanımlanması gerekiyor. Sosyalist hareketin kimi bölmelerinin, ya da işte diğer bir ifadeyle, ulusal niteliği olmayan sınıf hareketlerinin bir kısmının, kabalaştırarak söylersem; “Kürt sorunu sosyalizmde çözülür” retoriğini bir kaçış güzergahı olarak kullandığına inanıyorum. Bir Kürt olarak şunu da söyleyebilirim, kendi yoldaşlarım dahil Kürtlerin tarihsel hafızasına, sosyo-politiğine, acil ihtiyaçlarına, yaşadığı baskılara yabancı, bunların etkilerini ve sonuçlarını tam olarak idrak edemeyen bir sosyalist hareket var Türkiye’de. Öyle olunca Kürt hareketiyle ve Kürt toplumuyla geliştirici ve uzun soluklu ilişki kurmak da zorlaşıyor. Ben kendi adıma Kürt hareketi ve Türkiye sosyalist hareketi arasındaki ilişkinin ayrı örgütsel kulvarlardan ilerlemesi gerektiğini düşünüyorum.  Ama buradaki kasıt Kürt körüne dönüşmek değil. Kürt hareketiyle birlikte, danışıklı, etkileşimli yol alabilecek bir sosyalist sınıf hareketinin gelişmesinin, sosyalizm mücadelesine de Kürt sorununun çözümüne de büyük bir katkı sağlayacağına inanıyorum. Tabi Türkiye sosyalist hareketinin Kürt toplumsallığını ve siyasasını yeterince anlamadan, bilmeden, dayanışma göstermeden, sorunu çözme iradesine ortak olmadan masaya oturması ya da masadan kaçması değil doğru olan. “Kelepçe taşımayan bilek onun ağırlığını bilmez” diye bir söz var; dört ülkede sıkıştırılmış, baskılanmış, kelimenin gerçek anlamıyla yaşam sorunu olan Kürt halkının yalnızlığı bazen öyle bir hal alıyor ki, çöl düşkünlerini ya da münzevileri bile kıskandırır yani. Sosyalist solun bunu gözden kaçırmaması gerekiyor. Çünkü Kürt düşmanlığına, Kürtlerin sosyal, siyasal haklarının gasp edilmesine, bir halkın tamamının terörist olarak yaftalanmasına karşı duruş göstermeyen bir sol hareketin, birleşik bir geleceği de ülkesi de olmayacak.


Sorduğun sorunun ikinci kısmına dönelim, sosyalist tutum nasıl olmalı? Bana göre olası bir çözüm sürecine sosyalist perspektifi esas alarak devrimci bir katkı yapma hedefiyle yönelmek gerekiyor. “Devletle çözüm olmaz”, “ABD bu işe dahil oldu”, “Kimliğini kazandın ama hala sömürülüyorsun” gibi yaklaşımlar teorik bağlamıyla doğru görünebilir ama güncel bağlamıyla apolitik aynı zamanda. Bugünün sorununa çözüm bulamadığı için apolitik. Kürtlerin bir çözüme ihtiyacı olduğu gerçeğini ıskaladığı için apolitik. Bugünkü tavuk yarınki kazdan iyidir gibi geleceği görmeyen, günü kurtaran bir yaklaşım değil işaret ettiğim. Şüphesiz ki ABD, devlet aklı, liberaller bu sürece müdahale etmek isteyebilir, kamuoyunu etkilemeye çalışabilir ve muhtemelen bunlar olacak. Sosyalistlerin bu durumda süreci kenara atıp, gelecek savaşı kınamak için kolları sıvamak ve “dert etmeyin sosyalizmde çözülecek” demek yerine süreci devrimci bir eksene taşımayı hedeflemesi lazım. Hem HDP içindeki hem de dışındaki sosyalist örgütlerin böyle bir hedefe sahip olduğu tabloda, Kürt sorunu daha ileri bir çizgide ve sınıf hareketinin de önünü açacak biçimde aşılabilir.


Emperyalizmin, sermaye sınıfının yahut liberallerin alanını daraltacak bir biçimde devrimci müdahalede bulunmamız, Kürtlerin anayasal haklarını, sınıfsal haklarını, birlikte yaşam iradesini savunan, anti-emperyalist ve sermaye karşıtı bir eksende birlikte mücadeleyi örgütleyen bir çizgiyi egemen kılmamız en doğru yaklaşım olur bana göre. Örneğin olası bir çözüm süreci masasının liberal solculara ya da ulusalcılara mahkum edilmesine karşı çıkıp, toplumsal alandaki etkimizle masanın gündemlerine, çizgisine, ilerleyişine müdahale etmeliyiz. Türkiye toplumunun bu sürecin etkin unsuru olmasını, devletin ulaşılmaz koridorlarında değil mücadele alanlarında ve bağımsızlıkçı bir anlayışla sorunun tartışılmasını ve çözümün şekillenmesini örgütlemeliyiz. Türkiye’de Kürt sorununun en adil, eşitlikçi ve barışçı biçimde çözülebilmesinin yegane güvencesinin sosyalist perspektif olduğunu biliyoruz. Bu perspektifi verimli hale getirmek Kürt halkına ve Türkiye’ye karşı sorumluluğumuz. Goethe’nin “doğru” kavramıyla yaratıcılığı ilişkilendirerek söylediği, “Yalnızca verimli olan doğrudur” diye bir sözü var. Sosyalistlerin Kürt sorununa yaklaşımına buradan hareketle bakıyorum ben. Yaratıcı bir düşünceyle verimli bir sonuç almaya çalışmak en doğrusu olur. Başkalarının liberal-ulusalcı perspektifleri çözüm sürecinde boy gösterirken, sosyalist perspektifi üstün hale getirmek de bizim hedefimiz olsun.


Teşekkür ederiz, son olarak vurgulamak istediğin bir nokta var mı?


Son olarak, çözüm sürecine bu tür bir devrimci katkının gerçekleşebilmesi için sosyalist hareketin toplumsal mücadele alanlarında ve elbette Meclis’te de güçlü olması gerekir. Güçlü bir sosyalist hareket Kürt sorununun en ileri kazanımlarla aşılmasına mutlaka pozitif anlamda katkı sunacaktır.


Ben teşekkür ederim.