Seçim Güvenliği ve Sonrası; Hangi Yol, Hangi Çizgi?
Önümüzdeki günlerde Türkiye tarihinin en önemli seçimlerinden birisi gerçekleşecek. İktidarını kaybetmek istemeyen Cumhur İttifakı, yeni katılımlar ile beraber Cumhuriyet tarihinin en gerici ve halklar açısından en tehlikeli ittifakı haline gelmiş durumda. AKP'nin, iktidarını korumak için politik olarak kendisinden “daha sağda” bir yapıyla/ yapılarla ittifak yapması ilk değil. 15 Temmuz’un hemen ardından ulusalcı ve faşist gruplar ile yapılan ve ilk zamanlarda adı konulmayan sonra ise adına Cumhur İttifakı denilecek ittifak da kabaca aynı motivasyonu taşıyordu. AKP iktidarını artık MHP ve irili ufaklı birçok faşist, ulusalcı hiziple paylaşmaya başladı. Zamanla özellikle MHP, iktidarın kritik kararlarında önemli roller ve tavırlar alarak küçük ama etkili bir özne olduğunu gösterdi. İttifakın büyük öznesinin gün geçtikçe güç kaybetmesi, küçük ortağın kendisini vazgeçilmez bir pozisyona sokmasını sağladı.
AKP, iktidarını kaybetmemek için yeniden aynı hamleyi yapıyor, ittifakını “genişletiyor.” Bu karar her ne kadar oy oranı olarak fazla bir katkı sağlamayacak olsa da kendisinden “kaçışları” engellemeye yönelik politik bir hamle olarak görülüyor. Zaten Tayyip Erdoğan’a oy veren ve fiili ortak gibi hareket eden ama açıkça yan yana durmadıkları, Hizbullah’ın siyasi kanadı Hüda-Par ile kendisini Milli Görüş'ün ortodoks bir yeniden canlandırılması olarak sunan Yeniden Refah, artık Cumhur İttifakı’nın bir parçası. 2016’dan bu yana daha güçsüz hale gelen AKP ve Erdoğan’ın yeni ortakları elbette olası bir zaferin ardından sembolik bir konumda kalmak istemeyeceklerdir. Kendilerini tıpkı MHP gibi vazgeçilmez bir unsur ve gündelik siyasetin belirleyicisi bir konuma sokmaya çalışacaklardır. Burayı şu anlık atlıyorum. Çünkü bu yazı buraya odaklanmayacak. Bu yazı AKP’nin kaybetmemek için deneyeceği yollar ve olası bir kayıptaki tehlikenin altını çizmek için yazıldı.
Aslında yazının bittiği gün Ferda Koç iki Tweet atarak[1] bu yazının altını çizdiği yere paralel bir soru sordu ve bir kaygısını dile getirdi. Ben de yazının bazı noktalarında ufak oynamalar yaparak Ferda Koç’un Tweetlerini yazıma yedirmiş oldum.
Uzun yıllardır her seçimde konuşulan temel gündemlerden ikisi, bu seçimin de gündemi doğal olarak. Fakat diğer yıllara oranla, sosyalist hareketin bu konulara dair daha iyi sonuçlar ürettiği, hatta ideolojik olarak daha hazır olduğunu söylemek çok zor ne yazık ki. Bu iki gündemi iki maddede ele alalım:
1-) Elbette seçim güvenliği. Seçime giderken, seçim günü ve onu takip eden birkaç gün büyük bir risk taşıyor. Cemaatler, özellikle SADAT ve artık yeni ortak Hizbullah’ın “resmi” ortaklığı nedeniyle seçim, basit bir sandık güvenliği meselesine indirgenemez. Burayı geçmeden şu notu da eklemem gerekiyor: Bu yazı yazılırken hala soldan somut bir sandık güvenliği çalışması ilan edilmedi, bu saatten sonra örülmeye çalışılacak çalışmanın ise elle tutulur bir noktaya gelmesi çok zor.
Özellikle başkanlık referandumu ile birlikte iktidarın oy çalmasının yanında seçim akşamları konvoylar ve silahlı sevinçler ile sokağı baskılamaya çalışması, asıl güvenlik sorunun nerede olduğunu bize gösteriyor. Oy çalamayacağı kadar açılan bir fark, iktidarın sokağın egemenliği ile fiili durum yaratmaya çalışması anlamına gelecektir. Böyle bir durumda ise şu anki duruma baktığımızda sandığı da korumasını beklediğimiz Millet İttifakı’ndan karşı bir hamle beklemek hayal olacaktır. Solun devrimci ve demokratlarla yarattığı bir anti faşist güvenlik planı bu yüzden önemlidir. Burada bahsedilen tehlike, bütün ülkede AKP’nin çağrısı ile sokağa çıkılması değildir. İktidarın sadece küçük bir kesimi veya iktidar ortaklarının lokal alanlarda yaratacağı terör, bundan sonraki sürecin kendisini de doğrudan etkileyecektir. Bu yüzden her alanda ve bütün/yerel fark etmeksizin seçim güvenliği, yani sokakta bir anti faşist mücadele organize edilmesi gerekmektedir. Türkiye tarihinin en önemli seçiminde, hem sandıkları hem de ondan daha önemli olan sokakları, sol tarafından başkalarından beklenilen planların insafına bırakmak büyük hatalara gebedir. Bu hata sadece hazırlıksız olarak yakalanma değil aynı zamanda geniş halk kesimlerinin AKP’ye karşı meydanlara dökülmesi ihtimalinde öncüsüz kalması anlamına da gelmektedir.
2-) Özetle hem seçim günü hem de yeni açılan dönemde, başta Libya, Mali, Suriye ve Azerbaycan gibi ülkelerde kadrolarının nizami / gayri nizami savaşlara girdiği, bu yönde büyük tecrübe elde etmiş SADAT ve yaptıkları eylemlerle ülkenin bir kısmına sistemli terör uygulayabilme yeteneğine sahip olduğunu geçmişinden bildiğimiz Hizbullah’ın önüne geçmek basit bir sandık güvenliği meselesi değildir. Aynı zamanda bir bütün olarak AKP'nin, iktidarın devrine direnmediği durumda bile -geçmişe oranla devletin daha fazla içine girmiş- bu yapıların küçük bir bölümünün dahi direnecek olması, yeni bir dönemin kendisinin açılacağı ve kontr taktiklerinin tekrar gündeme geleceği anlamına gelmektedir. Sosyalistler burada ne yapacak? Ferda Koç’un Tweet'iyle sormak gerekirse; anti-faşist güçlerin taktiği ne olacak? "Meşru hükümet" ve hukukun üstünlüğü mü? Sorular tek başına “güncel politik” bir stratejiyle açıklanamaz. Bu şekilde bir açıklama, bizi saldırı altında olan Kılıçdaroğlu’na destekten öteye götürmeyecektir. Yani Ferda Koç’un işaret ettiği “meşru hükümet” kuyruğuna takılmamız anlamına gelecektir. Fakat mesele bundan ibaret değildir, gelecek “tehlike” ile mücadelenin ideolojik boyutlarını tahlil etmemiz ve komünistlerin yeni döneme dair özgün çıkarımlar, taktikler geliştirmesi gerekir.
Önümüzdeki tehlikeler ideolojiktir. Çünkü “Önce AKP gitsin” stratejisi ile düzen siyasetiyle temas ve “yer yer destek” stratejisi tehlikeli eşiği yeterince aşmışken, Türkiye’nin bütün olarak sağa kayması kendisini gösteren bir emareden öteye gitmişken; ileride gelişecek “Önce AKP’den kalanlarla mücadele./ Yeniden gelmemeliler.” dalgası ipin ucunu uzun süre kaçırmamıza neden olacaktır.
Bunun yanı sıra savrulma riskinden uzak kalmak ortadan kaybolmak anlamına da gelmemelidir. Bizi bekleyen mücadele döneminin ilk hamlesi 15 Mayıs’ın hemen ardından yeni iktidar ve bütün burjuva siyasal öznelere ideolojik sınırlarımızı tekrar çekmek olmalıdır. “Biz zaten kendimizi biliyoruz. /Oy veriyoruz ama onların ne olduğunu biliyoruz.” anlayışı savrulmanın önüne geçen emniyet kemeri olamaz. Kılıçdaroğlu’nun “Piro” olmaktan çıkması, hesap sorma, tavizsiz mücadele… Bunlar ancak AKP karşıtlığına indirgenmiş devrimci mücadelenin tekrar organize edilmesi ile kendisini var edebilir. Ancak bu ideolojik netlik, yeni dönemde burjuva hizipleri arasındaki kavgaya sağlıklı bir şekilde müdahale şansı tanıyacaktır. Devrimciler bu kavgada bir taraf değildir ve bu kavgaya ancak sınıf siyasetinin büyüyeceği bir ortamın yaratılması ve kazanan tarafın daha güçsüz halde olmasını sağlamak için girecektir. İşte solun özgün bir mücadele hattı çizmesinin de önemi buradadır.
Şu anda başka bir versiyonu yapılan ve bizi İmamoğlu çalışması yapmaya kadar sürükleyen stratejinin yeni versiyonu olacak olan “İktidara basit muhalefet, provokasyonlara karşı Kılıçdaroğlu'na çekingen destek” formülü, devrimciler için yeterli olmayacaktır. Burjuva siyasallığının tamamına karşı yıkıcı bir muhalefetin kendisi, iktidarda olanın iktidarını korumasına da iktidardan düşenin kontr saldırılarına da en etkili çözümdür. Halkın burjuva hizipler arası mücadelesine sıkışmış, talepleri için mücadele etmek yerine kurtarıcı bir aktörü beklemeyi salık veren siyasetin kabuğu ancak bu şekilde kırılabilir. 15 Mayıs günü merkezimize iktidar ve onun her bir parçasını ayrı ayrı aldığımız bir siyaset, AKP’nin dönüşünü geri dönülmez bir şekilde engelleyecek olan bizlerin tek kurutuluşu gibi duruyor.
SONUÇ
Kemal Kılıçdaroğlu’nun SADAT önünde yaptığı açıklamadan bu yana epey bir vakit geçti. Bu süre zarfında SADAT pek ortalarda gözükmedi ve Kemal Kılıçdaroğlu orada gösterdiği iradeyi kendince katlayarak devam etti. Peki bu yeterli mi? Kılıçdaroğlu’nun kapı baskını ve olası bir cumhurbaşkanlığındaki mücadelesi, bizi kontr tehdidinden uzaklaştırabilecek mi? Bu soruya gönül rahatlığıyla evet diyenler için söylenecek söz yok elbette. Onlar iktidarın alınmasını ve sonra da mümkün olan en güçlü şekilde devam etmesini bekleyecekler. Fakat hayır diyenler ve hayır diyenlerin bir parçası olan devrimciler içinse verilmesi gereken çok büyük bir mücadele var. Bu mücadele çok kapsamlı ve çok başlıklı olmak durumunda. Bizler Kılıçdaroğlu’nun vereceği mücadeleyi destekleyenler değil, bu kontralar ile devrimci mücadele çizgisinde kavga edenler olmak durumundayız.
Aynı zamanda yeni Millet İttfakı’nın, iktidarı boyunca koltuk değneği arayacağı ve bunun için sürekli “siyasal istikrar” vurgusu yapacağı kesindir. Komünistler için ise buna karşı sorulacak soru nettir: Kimin siyasal istikrarı? Bir burjuva siyasal istikrar dönemini arzulamak bizim işimiz değildir. Halkın AKP ve artıklarından kurtulması ile “yeniden düzen/ yeniden refah” arasında doğrudan bir ilişki kurmamız ve burjuva siyasal krizinin daha derin bir halde sürmesini sağlamamız gerekiyor. Aynı zamanda seçim süreci ve sonrasında bu krizin çözümüne dair değil, kriz derinleşirken bataklığa sürüklenen işçi sınıfının devrimcileşmesi ve mücadeleye atılması da bizim başat gündemimiz olmak durumunda. Önümüzdeki dönemin kırılması buralarda yatmaktadır.