Uyandırılan Hizbullah: Bölüm-3 / Mustazaftan Muktedire...



Abdestli cinayet örgütü


* İşi bitince uykuya yatırılan örgüt, cehalet ülkeye hakim olurken yeniden uyandırıldı. AKP ve Hizbullah işbirliği iki tarafı da büyüttü. Bölgede yaptığı büyük mitinglerle siyasi bir güç haline gelen Hizbullah, İslam bayrağını istiyor.


Devlet tarafından, Kürt hareketine ve ilerici kesimlere karşı paramiliter bir güç olarak kullanılan Hizbullah’ın lider kadrosu, 1990’lı yılların sonunda tasfiye edildi. Örgüt lideri Hüseyin Velioğlu’nun öldürülmesi, Susurluk ve 28 Şubat sonrasında başlayan sivrilen uçların törpülenmesi operasyonunun devamı olarak görülebilir. Devlet muhalif kesimlere dönük saldırılarında kullandığı kontrgerilla odaklarını, hem artık ihtiyaç duymadığı hem de kontrol dışına çıkma eğilimi gösterdikleri için ortadan kaldırıyordu.


Hizbullah’a yönelik ünlü Beykoz operasyonu da Abdullah Öcalan’ın yakalanmasının sonrasında gerçekleşti. Devlet bu operasyonu göstere göstere yapmış ve sonrasında birçok bilgi deşifre edilmişti.


17 Ocak 2000’de yapılan operasyonda Velioğlu öldürülmüş, yönetici kadroda bulunan Cemal Tutar ve Edip Gümüş sağ olarak yakalanmıştı.
Devlet örgütsel yapısını ve ilişkilerini bildiği için, Hizbullah’a yönelik operasyonlar fazla zaman almadı. Polis, örgütün hücre evlerine peş peşe baskınlar düzenleyerek, birçok Hizbullah üyesini gözaltına aldı. Hücre evlerinde yapılan kazılarda ise kafasına çivi çakılmış, domuz bağı denilen yöntemle bağlanarak toprağa gömülmüş cesetler bulundu. Ele geçirilen çok sayıda cd ve belgede örgütün arşivi, örgütlenme şeması, hedefindeki isimler, cami raporları, mali tablolar ve başka bilgiler açığa çıkarıldı.


Velioğlu’nun akıbetiyle ilgili, Emniyet Genel Müdürlüğü eski İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu’nun görüşü öldürülmediği yönünde: “Ölü olarak ele geçirildiği iddia edilen Velioğlu’nun yüzü tanınmayacak şekilde, kurşun izleri vardı. Yanındaki iki kişiye ise hiçbir şey olmuyor. Sıyrık bile yok.”


HİZBULLAH’I DEVLET Mİ KURMUŞTU?
Bir dönem Petrol-İş genel başkanlığı yapan Münir Ceylan’ın sendikanın Batman şube başkanlığı seçiminde, Kürt Hareketi’nin adayına karşı aday olup kazanamayan Hüseyin Velioğlu hakkında, eskiden beri devletin kontrolünde olduğu şeklinde bir iddiası var. Bu iddia başka bazı bilgilerle de desteklenebilir. Örneğin Velioğlu’nun 1970’li yılların sonunda gittiği Batman’da bulunan, dönemin kontrgerilla çatısı olan Özel Harp Dairesi’nden General Temel Cingöz’le ilişkisinin olduğu söyleniyor. Cingöz ve Velioğlu’nu yan yana gördüğünü söyleyenlerden biri de Bülent Orakoğlu.
Hizbul-Kontra liderinin, devletin ajanı olarak örgütü kurup kurmadığı tartışması önemli olmakla birlikte, gerçek şu ki, örgüt devlet tarafından yıllarca kullanılmış ve ihtiyaç dışı kaldığında tasfiye edilmişti.


Beykoz’daki villaya yapılan operasyon ve sonrasındaki süreç, Hizbullah açısından bir dönemin kapandığının işaretiydi. Bu durum örgütün dışarıda kalan ve sonradan salıverilen üye ve yöneticileri tarafından da kabul edildi. Bu kabulle birlikte Hizbullah, hedeflerinden vazgeçmeden, kendisini yeni bir döneme hazırlamaya başladı.


YENİDEN YAPILANMA VE MUSTAZAFLAR
Beykoz operasyonundan sonraki üç yıl, yani 2000 ve 2003 arası, Hizbullah’ın sessizlik dönemi olarak kabul ediliyor. Bu dönemde dışarıda kalan kadroların bir kısmı 2002 yılından sonra, bölgedeki AKP’li belediyelerde veya devlet kurumlarında kendine yer bulmuş, çoğu da AKP üyesi olarak siyaset yapmaya başlamıştı. Neyse buna geleceğiz, şimdi Mustazaflara bakalım.


“Mustazaf” Farşça bir kelime ve “ezilmiş”, “güçten düşürülmüş”, “mazlum” anlamlarına geliyor. Hizbullahçıların bu ismi kendilerine yakıştırmalarının, devletin gadrine uğradıklarını düşünmeleriyle bir ilgisi olsa gerek.


Hizbullah’ın AKP iktidarıyla birlikte kurduğu tek dernek 2003 yılında kurulan Mustazaf-Der değil, sadece Diyarbakır’da faal olan yaklaşık 900 derneğin hatırı sayılır bir kısmı Hizbullahçılara ait. Bunun dışında bütün Güneydoğu illerinde ve İstanbul, Adana, Gaziantep, Van gibi büyük şehirlerde de onlarca dernekleri var. Bu derneklerde İslam konulu toplantılar yapıyor, kendilerine başvuranların sorunlarını şeriata göre çözüyor, yoksullara gıda yardımı yapıyor, çocukları kendi dershanelerinde eğitiyorlar. AKP’nin uygulamalarıyla ne kadar benzer değil mi?


Radyoları, yerel televiyon kanalları, gazeteleri, kitabevleri var. Doğruhaber isimli haftalık gazeteleri beş yıldır çıkıyor ve tirajı 50 bin civarında seyrediyor. Bu yöntemler ve araçlar sayesinde, geçtiğimiz 10 yılda siyasi bir güç haline geldiler. Bazı yerlerde seçim kazanabilecekleri veya milletvekili çıkarabilecekleri de yabana atılır bir iddia değil. Geçtiğimiz yıl Hizbullah ile ilişkili olduğu gerekçesiyle kapatılan Mustazaf-Der’den sonra kurulan Hür Dava Partisi (Hüda Par), bir sonraki seçimde kendi güçleriyle ortaya çıkacaklarını belirtiyor.


SOKAĞA ÇIKIŞ
Hazırlık, kadrolaşma ve örgütlenme döneminden sonra güç biriktiren örgüt, haliyle siyaset alanına girip yeniden rol istemeye başladı. Yüzlerce derneğin bir araya getirildiği “Peygamber Sevdalıları Platformu”, 2006 yılında Danimarka’da ortaya çıkan Hz.Muhammed karikatürleri sonrasında, Hizbullah’ın sokağa çıkarıldığı 130 bin kişilik bir miting yaptı. Eylemler her yıl Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri kapsamında Diyarbakır merkezli büyük mitingler olarak devam ettirildi.


Etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanan ve dışarı çıkarak dernek çalışmalarına katılan 2000’in üzerinde Hizbullah üyesi olduğu basında yer aldı.


Bütün ülke üzerinde dinin etkisi artarken gözden ırak kalmaya çalışan ve hem iktidarın hem de Kürt Hareketi’nin örgütlenmesine göz yumduğu Hizbullah, “silahlarını gömdüler” teranesiyle birlikte siyasi bir güç haline gelmişti. Yeniden yapılanma dönemlerinde yaptıkları günah çıkarmalarla eskiden “Kürdistan Kafirler Partisi” dedikleri PKK’ye, “biz de sizin gibi oyuna getirildik, kavga etmeyelim” diyerek barış çubuğu uzatıyor denildiği sırada, Dicle Üniversitesi’nde ortaya çıktılar. Kürt Hareketi’nin kalesi denilen bir yerde Kürt öğrencileri bıçaklayan, milletvekiline saldırmaya cüret eden bir örgüt, bazı hesapları yapmış ve bazı iddialara sahip demektir.


Bana sorarsanız, tersinin olması beklenemezdi. İki başlı ejderha, kanatlı at veya denizkızı görme olasılığınız, silahlı saldırıyı veya şiddeti bırakmış ama şeriat isteyen örgütsel gücünü artırmış, toplumsal ve siyasal koşulları lehine çevirmiş, Hizbullah tipi bir örgüt görme olasılığınızdan daha fazladır.


AKP ile palazlandılar
Başbakan Erdoğan her ne kadar, “benim partimi böyle bir örgütle ilişkilendirmek densizliktir, namertliktir” dese de, Hizbullah’ın AKP ile birlikte sıçrama yaptığı ve birbirlerini desteklediklerini gösteren çok sayıda veri var.


Örneğin, Hizbullah üyeliğinden idam istemiyle yargılanırken 5 ay sonra serbest bırakılan Abdurrahman Tetik, 2004 yılında Siirt Belediye Başkanı Mervan Gül’ün yardımcısı oldu.


Gül, Siirt milletvekiliyken istifa edip Tayyip Erdoğan’a başbakanlık yolunu açan ve daha sonra yolsuzluk yaptığı için yurtdışına kaçan bir AKP’li.


AKP Batman milletvekilleri, 2010 yılında Mustazaf-Der’i ziyaret edip destek verdiklerinde “Hizbullah’a yakın diyorlar ama biz onu bilemeyiz, yasal bir dernek sonuçta” demişti. Ve zaten bu ziyaretlerden bir süre sonra Hizbullah liderleri serbest bırakılmış, örgüt de 2011 seçiminde AKP’yi desteklemişti.
Bir diğer örnek, AKP’li eski Bakan Abdulkadir Aksu’dan 29 Mart 2009 yerel seçimlerinin hemen öncesinde, sivil toplum örgütleriyle yaptığı toplantıya Hizbullah’ın İhya-Der ve Mustazaf-Der’ini de çağırmış destek istemişti. Bunlar, AKP-Hizbullah bağlantısını gösteren birkaç örnek sadece.


Elbette bu ilişkiden AKP de faydalandı, 2007 , 2009 ve 2011 seçimlerinde Hizbullah’ın AKP’yi desteklediği, bölgede yaşayan herkesin bildiği bir gerçek. Hizbullah’ın hazırladığı seçim filmlerinde, Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarının kullanıldığını Şubat 2012’de Fethullahçı Önder Aytaç da yazmıştı.


Nihayetinde bu ilişkilerin sonucu olarak, onlarca insanın katili ve örgütün yöneticisi olan kişiler 2011 yılında serbest bırakıldı ve yurt dışına gitmelerine göz yumuldu. Hizbullah davasından şu anda cezaevinde olan kimse yok.


Kürt hareketinin hiç mi suçu yok?
PKK ve Kürt hareketi için Öcalan’ın yakalanması önemli bir moment. PKK, 1999 yılı itibariyle, önce Kemalizmi, sonra da AKP iktidara gelince İslam’ı “anlamaya” çalışan ve ideolojik kodlarını değiştirmiş bir harekete evrildi.


Kürt hareketi 10 yıldan uzun bir zamandır ideolojik-siyasi yapısını, iktidar ile ilişkilerine ve siyasi konjonktüre göre değiştiriyor. Ancak siyaset, eylemin ortaya sadece bir sonuç çıkarmasına izin vermiyor.


Kürt hareketinin, Türkiye toplumunun AKP tarafından dine bağımlı hale getirilmesine direnç göstermek yerine, o alandaki üstünlüğü ele geçirmeye çalışması, bunun için gerilla cenazelerinde mevlit okutmak, mitinglerde bolca İslam’a gönderme yapmak, sivil cuma namazları kılmak, seçmenlerini Kutlu Doğum etkinliklerine gitmeye teşvik etmek gibi yöntemler izlemesi, ortaya Altan Tan’ı çıkarmışsa, emin olun Hizbullah’ın güçlenmesine de olanak sunmuştur. Ne yazık ki, Kürt ilericiliği açısından her iki sonucun da faydalı olduğu söylenemez.


Hizbullah’ın bölgede kartlar yeniden karılırken yerinde oturmasını artık kimse beklemesin, İslam referanslı siyaset yapılacaksa görev doğal olarak onlarındır.


Hizbullah’ın kendisine siyaset yapmaya izin vermeye yanaşmayan bir Kürt hareketiyle çatışmaya devam edeceğini tahmin etmek de zor değil. Üstelik şu anda Kürt siyasetçilerin müttefiki gibi görünmeye çalışan AKP, tarihsel olarak Hizbullah’ın müttefiki olmaktan da ötedir.


Bu yazı 27.04.2013 tarihinde Onur Emre Yağan tarafından Sol Haber için yazıldı