KHK ile İhraç Edilen Mimar Alev Şahin: Deprem değil kar hırsı öldürüyor.


Aydın Onay 07.03.2023

Son yaşadığımız deprem, birçok usulsüzlük zincirinin oluşturduğu bir katliam aslında. Ve bu katliam bu düzenin yapı taşı olan kâr elde etme hırsı yüzünden yaşanıyor. Yani basit bir insani yozlaşma değil, bütün düzenin yoz doğasının sonucu. Toplumcu bir mimar olarak belki geniş bir soru olacak ama nasıl bir kent, nasıl binalar ve nasıl bir toplum inşa etmemiz gerekiyor ki bu katliamların önüne geçelim?


İçinde yaşamak zorunda bırakıldığımız sistem, sizin de ifade ettiğiniz gibi kar ve rant odaklı politikalarla kendisini var ediyor, ayakta tutuyor. Kent planlamasından yapı inşa süreçlerine, eğitimden sağlığa kadar hayatımızı etkileyen her alana yayılmış, halkın değil sermayenin çıkarını merkezine alan bu düzen, depremi felakete dönüştüren asıl unsurdur. Diyalektik materyalizm bize her şeyin birbirine bağlı olduğunu söyler. Dolayısıyla emeğin sömürüsüyle dönen çarkları çevirenler, ranttan beslenerek bu düzeni yaşatanlar sadece depremlerde değil madenlerde, şantiyelerde, salgınlarda yani yaşadığımız tüm felaketlerde yaşaman ölümlerden de sorumlu olanlardır. Tarım alanlarını, orman alanlarını imara açan, iktidar hırsıyla imar afları çıkaran, kent merkezlerini sermayenin serbest dolaşımı uğruna rantsal dönüşüme teslim eden politikalar bugünkü yıkımın zeminini döşeyendir.. Oysa emekten ve halktan yana kentsel planlamalar, emeğin ve halkın çıkarı baz alınan yapı tasarım, inşa ve denetim mekanizmaları ile depremlerde halkın can ve mal güvenliği sağlanabilir. Çok zor değil aslında. Bu sınıfsal bir tercih meselesi. İktidar ve araçlarını elinde tutan sınıf, emeğin ve halkın değil sermayenin çıkarının üstünlüğünü tercih ediyor. Yaşadığımız son depremler bir kez daha bize gösterdi ki; deprem değil kar hırsı öldürüyor. Katliamların önüne geçmek için nasıl kentler, nasıl binalar, nasıl bir toplum inşa etmemiz gerekiyor sorunuza dikkat çekmek açısından iddialı bir cümle ile cevap vereyim; onlar ne yaptıysa, ne yapıyorsa tam tersini yapmak bile ülkemizi bugünlerden daha ileriye taşıyacaktır diye düşünüyorum.


6 Şubat Maraş depremleri ile birlikte sizin işten atılma sebebiniz ve  mücadeleniz de tekrar gündem oldu. Birçok insan sizin mesleki duruşunuzu ve KHK ile ihraç edilmeniz ardından verdiğiniz mücadeleyi konuştu. Sizin KHK ile ihraç edilme sebebinizi biz de özetlemiştik. Fakat bir de sizden dinlemek isteriz.


İlk sorunuzda nasıl bir sistemin içinde yaşamak zorunda bırakıldığımızı anlatmıştım. İşte o sistem yani rant ve kara dayalı, yağma ve talandan beslenen sistem, canlı bir organizma gibi davranarak beni bünyesine yabacı bir madde gibi algıladı ve bir KHK ile sistem dışına attı aslında. Emekten ve halktan yana tavır alan, çalmayan çaldırmayan, yemeyen yedirmeyen, çalmaya yemeye niyeti olana göz yummayan “yabancı maddenin” organizma içinde yaşama şansı yoktu. Yapı işlerini denetlerken müteahhitlerin, malzeme denetlerken beton firmalarının varlığımdan duyduğu rahatsızlığı böyle tasvir edebilirim. Projesine ve teknik şartnamesine uygun olmayan imalatları söktürüp ya da yıktırıp yeniden yaptırmam, imalatı yapılmamış malzemeye ödeme yapmayıp imalat yapılıp test edildikten sonra ödeme yapacağım konusunda ısrarcı olmam, şantiyede çalışan işçilerin ödemelerinin yapılıp yapılmadığından emin olmak için sigorta dökümü de istemem, beton denetiminde firmanın gösterdiği mikserden değil kendi belirlediğim mikserden numune almam, halk deyimiyle sulu betonları şantiyeden göndermem yani halkın canını ve malını emanet edeceği inşaat işlerinde titizlik göstermem kurum içinde şubeden şubeye görevlendirilmeme sebep oluyordu. Bu durum ile amacına ulaşamayan sermaye eliyle iş yerimde ayrımcılığa, baskıya ve mobbinge maruz kalmaya başlamıştım. Beş kurum amirine mobbing davası açmıştım ki darbe, OHAL imdatlarına yetişti ve ihraç listelerine benim de adım yazılmış oldu. Zaten baskılara karşı işyerimde her gün fiili bir direniş halindeyken ihraç edilmemle birlikte bu direnişe oturma eylemiyle sokakta devam etmeye başladım. Oturma eylemimin ilk yılında bana ulaşan bir savcılık tutanağında gizli tanık olan birinin benim hakkımdaki ifadelerini görmüş oldum. Gizli tanık, ifadelerinde abisinin adını geçirdiği için kim olduğunu anlamak zor olmadı. Kalitesiz betonlarına yani numunesi alınmış, teste tabi tutulmuş ve düşük kalite vermiş betonlarına yazdığım yasal idari para cezalarından yakınarak beni terörle suçluyor, valilerden AKP il başkanlarına kadar durumu anlattığını, Ankara’ya da bildirdiğini ve görevden alındığımı öğrendiğini söylüyordu. 17-25 Aralık sonrası iktidara bağlılığını dile getiren, cemaat ilişkilerini sayfa sayfa anlatıp “kandırıldığını” ve devletinin yanında olduğunu beyan eden bu kişi kalitesiz beton üretmekten değil benim bunu tespit edip ceza yazmamdan rahatsız oluyordu. O devletine bağlıydı, ben ise hain oluyordum. Sokağa çıkarak direnmemin altında yatan motivasyon, çalışırken halkın çıkarı için direndiğim müteahhit ve beton firmalarının kar hırsına hala boyun eğmediğimi ve halkın çıkarından vazgeçmediğimi göstermekti. İlk sene hiçbir polis müdahalesine uğramamışken gizli tanığın AKP Düzce İl teşkilatlarında görevli olduğunu öğrenip haftada bir gün AKP önünde oturmaya başlayınca gözaltılar da başlamış oldu. Bu durumu bildirilerle halka anlatmaya başlayınca linçler örgütlendi. Ancak tüm bu saldırı ve linçler Düzce halkının bana duyduğu güveni sarsmadı. Çünkü ayinesi iştir kişinin, lafa bakan da olmadı.


Bizim paylaşımımıza ve sizinle ilgili yapılan birçok habere “Düzce’de tek başına direndi, biz şahidiz.” Gibi çok fazla yorum geldi. Halkın size ilgisi nasıldı? Ayrıca mücadele sürecinizde yüzlerce kez gözaltına alındınız, on binlerce lira para cezalarına maruz kaldınız hatta tutsak kaldınız. Bu süreç nasıl gelişti ve şu an mücadelenizin seyri nedir?


Gerçek şu ki; oturma eylemim tek kişilik de olsa bana sahip çıkan, evini, sofrasını paylaşan, yerde sürüklenirken oluşan yaralarımı saran, aileden biri gibi hissettiren binlerce insan vardı Düzce’de. Kar yağarken termosla çay yapıp getirenleri, yağmur altında şemsiyesini bana bırakıp gidenleri, ayakkabımın içine giymem için kışlık çorap örenleri, zayıfladın sen diyerek yemek getirenleri nasıl unuturum? Onların sahiplenmesi olmasa, sesimi duyan olmasa benim tek başına oturmamın da bir anlamı kalmazdı. O nedenle bu ekmek kavgasının asıl sahibi sağcısı, solcusuyla emekçi Düzce halkıdır. Onlara sizin aracılığınızla teşekkür etmeyi borç bilirim. Halktın kendi içinde ördüğü dayanışma karşısında iktidar da boş durmuyordu. Düzce eylemler kentiymiş gibi valilikçe sadece adımın geçmediği ama beni engellemek için alındığı aleni olan eylem yasağı kararları alınıyordu. O süreçlerde her gün gözaltı yaşıyordum. AKP Binası önüne gidince yine gözaltına alınıyordum. Eylem yasaklarının kalkması için Valilik önüne gidince gözaltına alınıyordum. Salgın bahanesi ile tek kişilik eylemimin risk yarattığı iddiasıyla yine gözaltına alınıyordum. Gözaltı işlemleri karakola götürülmeden hastane muayenesi sonrası para cezası kesilerek serbest bırakılmamla sonuçlanıyordu. Para cezalarına yaptığım itirazlar mahkemelerce iptal ediliyor ama eylem yasakları ve gözaltılar durmuyordu. Yıldırma amaçlı bir politika olduğu çok açıktı. Hafta sonları ailemi görmek için geldiğim Ankara’da KHK’lı öğretmenler Acun Karadağ, Mehmet Dersulu ve nüfus memuru iken ihraç edilen Nazan Bozkurt ile devam eden Yüksel Direnişiyle, işyeri önünde direnen KHK’lı sağlık memuru Mahmut Konuk, Defterdarlık Muhasebe Müdürlüğü’nde çalışırken ihraç edilen ve Sakarya’da direnen Cemal Yıldırım ile de dayanışma gösteriyordum. Zaman zaman da İstanbul Bakırköy’de direnen KHK’lı öğretmenler Nursel Tanrıverdi ve Selvi Polat ve yetişebildiğim kadarıyla devam eden pek çok işçi eylemleriyle de dayanışma halindeydim. Ayrıca atıldığım kurum olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı binası önünce de oturma eylemi yapmaya çalışıyordum. Çalışıyordum diyorum çünkü Ankara’da da aynı şekilde gözaltı işlemi yapılıyordu. Sosyal medyada 235 kez gözaltı ifadesi dolaşıyor. Tam sayı bilemesem de azı yok çoğu vardır. Kabahatler Kanunu’na muhalefet etmekten yazılan para cezaları iptal edilmeye, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet etmekten açılan davalar beraatle sonuçlanıyordu. Başka bir yönteme ihtiyaç duydular ve “sürekli ve yoğun eylem yapmak” gerekçesiyle KHK’lara karşı direnen tüm kamu emekçileri ile birlikte mücadelemin 1275.günü siyasi şube ekiplerince gözaltına alınıp hepimiz tutuklandık. Yaklaşık 10 ay tutuklu kaldıktan sonra tahliye oldum. Yargılama devam ediyor. İşi, ekmeği için direnenler kriminalize edilmeye çalışılsa da haklılığımı ve mücadelemi bu kez de mahkeme salonlarında savunmaya devam ediyorum. Bir sonraki duruşma 14 Mart 2023 saat 10:00 Ankara 28.ACM’de görülecek. Sizin aracılığınızla emekten ve halktan yana olan herkesi dayanışmaya davet etmek istiyorum. Ayrıca her depremde adımı ve mücadelemi hatırlatan, vefa gösteren, kıymet bilen herkese de altında ezildiğim bir mahcubiyetle teşekkür etmek isterim.