Boğaziçi Dayanışması Neyi Başaramadı?


Burak Çetiner 03.01.2023

Bugünden tam 2 yıl öncesine gittiğimizde ülke gündemine oturan konu Boğaziçi Üniversitesine atanan kayyum rektör ve ona karşı başlayan direnişti. 2021’in ocak ve şubat aylarında belki de en çok konuşulan tartışma başlığı Boğaziçi Direnişi’ydi. Bu direniş, kitlesel eylemler, ev baskınları, gözaltılar, tutuklamalar ile beraber gençliğin isyanının ülke çapına yayılmasına neden oldu. Bu yazıda, isyanın bir analizini yapmaktan ziyade (ki daha önce çok defa yapıldı) direnişin sürükleyicisi konumunda olan yani başka bir ifadeyle öznesi diyebileceğimiz Boğaziçi Dayanışması’nın neleri başaramadığına odaklanacağım.


“Boğaziçi Dayanışması” dediğimizde bir sosyal medya sayfası olarak bile varlığını koruyamamış, direniş sürecinde kimin içerisinde kimin dışarısında olduğu hiçbir dönem belli olmayan ancak öğrencilerin anne-babalarından bile sık sık “Ben de dayanışmacıyım” ifadelerini duyduğumuz bir yapıdan bahsediyoruz. Dolayısıyla böylesine sınırları ve formu belirsiz olan enformel bir yapının bir şeyleri başarma ya da başaramama üzerinden değerlendirilmesi okuyucuya ilk bakışta garip gelebilir. Ben ise tam aksini iddia edeceğim; Boğaziçi Dayanışması’nın gerek iç işleyiş gerekse siyasete müdahale açısından birçok şeyi başarabilecek bir potansiyel taşıdığını ancak bu potansiyellerden pek azını hayata geçirebildiğini öne süreceğim.  Bu tartışmaya girerken Boğaziçi Dayanışması’nın “neliğini” tartışmaktan ziyade somut olarak ortaya koyduklarını ve kaçırılan fırsatları ele almaya çalışacağım.


Hareketin Diğer Üniversitelere Yayılması

Direnişin ilk gününden itibaren en çok çaba sarf edilen ve ciddi ilerlemeler kaydedilmesine rağmen başarısız olunan başlıklardan biri diğer üniversiteleri harekete geçirme pratiğiydi. İstanbul başta olmak üzere birçok üniversitede direnişle beraber hem kendiliğinden hem de sosyalist öznelerin iradesiyle çeşitli ağ tipi örgütlenmeler kuruldu. Hali hazırda bulunan örgütlenmeler ise güçlenerek Boğaziçi Direnişi gündemini merkeze alarak gençliğin isyanını bir adım öteye taşıma görevini üstlendi. Boğaziçi Dayanışması bu konuda ciddi bir inisiyatif üstlenerek hem diğer okullardan öğrencileri eylemlerin bir öznesi kılmaya çalıştı hem de düzenli periyotlarla “dayanışmalar toplantısı” organize ederek üniversite öğrencilerinin sorunlarına eylemli pratiklerle ortaya koymaya çalıştı. Bütün bu iyi niyetli çabalara rağmen üniversite hareketinin yıllardır gerileyen grafiği ve pandemi nedeniyle online eğitimin sürdüğü bir dönemde bunu yapmaya çalışmanın zorluğuyla (kısaca nesnel koşullar nedeniyle) elde edilen sonuç fazlasıyla etkisiz kaldı. Bu etkisizliğin bir diğer öznel sebebi ise bazı sosyalist yapıların öğrencileri örgütleme ve harekete geçirme tutumunun önüne kendi dar grup çıkarlarını koyarak kitle örgütü formunda işlemesi gereken dayanışma ağlarını paralize etmesi oldu. Netice olarak kısmi de olsa bir başarı elde edilme şansı varken hem sosyalist örgütlerin beraber çalışabileceği hem de Saray Rejimi’ne karşı öfkeli olan üniversite gençliğini harekete geçirebilecek yapılar olan dayanışma ağlarının uzun vadede etkisiz yapılar hale geldiğini gördük. Boğaziçi Direnişi’nin etkisiyle üniversiteler arasında koordinasyon görevi görecek bir ağ tipi örgütlenme başarılabilseydi üniversite mücadelesi için geleceğe etkili bir mücadele aygıtı bırakılabilirdi. Ne yazık ki bu fırsat kaçırılmış oldu.


Yeni Kuşak Kadrolar Yaratılması ve Özneleşme Sorunu

Özellikle Z kuşağı diye ifade edilen üniversitenin ilk yıllarında olan öğrencilerin Boğaziçi Direnişi’nin belirleyici özneleri olduğunu söyleyebiliriz. Ancak ne yazık ki bu yeni kuşak kadroların gerek sosyalist siyasete gerekse üniversite mücadelesine katılımı konusunda bir süreklilik yaratılamadı. Bu noktada iki temel soruna vurgu yapabiliriz. Öncelikle üniversite siyasetinde yıllardır bir şekilde bulunan “daha eski” politik öğrencilerin yeni yeni özneleşmeye başlayan bu kesime siyaseti belirleme konusunda güvensizliğinden kaynaklanan daha az inisiyatif tanıma durumu ortaya çıktı. Bunun sonucunda yeni kuşak diyebileceğimiz öğrenciler geri planda durmasa da siyasetin öznesi ve belirleyicisi olma noktasında bir adım geride kaldı. Bu durum hem eski tartışmaların gündemi boğmasına hem de direniş sürecinde ortaya çıkabilecek “yeni” bir siyasetin önünü kapatmış oldu. Nitekim Boğaziçi Direnişi kadro birikimi açısından bir sonraki döneme mevcut potansiyelinin çok daha altında bir güç bırakabilmiş oldu.


Daha açık ifade etmek gerekirse; Boğaziçi Direnişi -her ne kadar bu ifadeyi pek sevmesem de- geleceğin (yani bugünün) “gençlik önderlerini” çıkartabilecek bir mücadele deneyimi yaratamamış oldu. Sosyalist kadrolar için eşsiz bir eğitim deneyimi sunan direniş süreci bugüne geldiğimizde gençlik hareketine iki elin parmaklarını geçmeyen “doğal önderler” (bu ifade çok daha yerinde olacaktır) bırakabildi. Bu potansiyelin heba edilmesinin en büyük sebebi ise yukarıda açıklamaya çalıştığım özneleşme meselesinin eksikliğinde aranmalıdır.


Boğaziçi Dayanışması’nın Yerel Dinamikleri ve Taban Örgütlenmesi Konusundaki Zayıflığı

Boğaziçi Dayanışması’nın belki de en zayıf kaldığı nokta örgütlenmesini maddi bir güce dönüştürememiş olmasıdır. Burayı biraz açalım; üniversite yerelinde hegemonik bir güç haline gelmeniz için etkili bir taban örgütlenmesine sahip dinamik bir yapıya ihtiyacınız vardır. Bunun için gerekli araçlar yaratılmadığı noktada en etkili siyaset bile gelip geçici olmaya mahkûm kalır. Boğaziçi Direnişi’nin en hareketli geçen ilk aylarında gündemin ve siyasetin çok hızlı akması bu ihtiyacı bir ölçüde önemsiz kılabilmişti. Ancak hareket yavaşlama ve gerileme evresine girdikçe üniversite öğrencilerini politize edecek ve bu politizasyonu harekete dönüştürebilecek kalıcı bir yapının ihtiyacı çok daha yakıcı bir şekilde hissedildi. Nitekim böyle bir taban örgütlenmesi çeşitli nedenlerle (bunlardan başlıcası grup içi ya da sol içi diyebileceğimiz kısır çekişmelerdi) yaratılamadığı ölçüde direnişin öğrenci ayağı gittikçe zayıfladı ve yeni kayyum Naci İnci’nin sert darbeleriyle tamamen etkisizleştirildi. Böylece direnişin hegemonik gücü pasif eylemlilikleriyle kazanımı hükümet değişikliğine havale eden akademisyenlere bırakılmış oldu. Bu açmazın aşılmasının belki de yegâne yolu eski ÖTK deneyimlerinde de olduğu gibi yerelleşme ayağının güçlendirilmesi yani taban örgütlenmesinin yaratılmasıydı. Direniş sürecinde sıkça tartışılmasına rağmen bir türlü gerçekleştirilemeyen “fakülte fakülte” örgütlenme perspektifi çeşitli sebeplerle hayata geçirilemeyince bu sonuç hareketin sönümlenmesiyle beraber kaçınılmaz oldu.


“Radikal sol” söylemler zarar verdi mi?

Boğaziçi Dayanışması’na en sık yapılan eleştirilerden biri gerek sosyal medyada gerekse eylemlerde kullanılan dilin direnişin meşruiyetine gölge düşürecek şekilde “radikal sol” söylemler içermesiydi. Bu eleştirinin hangi niyetlerle yapıldığı önemsiz olmayan ayrı bir tartışma konusu olsa da bu yazıda öncelik olarak bu iddiaların doğruluğunu tartışacağım. Öncelikle şunu söylemek gerekir ki, Boğaziçi Dayanışması’nın özellikle sosyal medyada kullandığı politik üslup ve içeriğin yer yer bağlamsız bir radikalizme savrulduğunu itiraf etmeliyiz. Ancak bu durum eleştiri yapan kesimlerin iddia ettiği gibi direnişin ya da Dayanışma’nın meşruiyetini bitirecek bir etki yapmadığı gibi bazı durumlarda özellikle kayyumlara karşı demokrasi mücadelesi başlığında önemli gündemler de yaratma olanağı taşıyordu. Nitekim metinlerde sıkça yer alan kayyum siyasetinin bu topraklarda en çok Kürt halkının iradesine yönelik bir saldırı olarak kullanılmasına verilen tepki ve bununla beraber LGBTİ+ haklarına yönelik sahiplenme, demokrasi mücadelesinin güçlendirilmesine mütevazi bir katkı sunmuş oldu. Bunun yanı sıra yukarıda ifade etmeye çalıştığım ve bağlamdan kopuk hatta eklektik denebilecek siyasi iddialar özellikle yerelleşme başlığında ciddi tartışmalara sebep olarak belli bir geri adıma yol açmıştır. Yine de bir bütün olarak baktığımızda “radikal sol” söylemler harekete ve Boğaziçi Dayanışması’na zarar vermiştir iddiasına katılmanın doğru olmayacağını düşünüyorum.


Hiç mi bir şey başarılamadı? Direnişten geriye neler kaldı?

Bu kadar olumsuzluk ve “başarısızlık” sıralandıktan sonra akıllara şu soru geliyor: Hiç mi bir şey başarılamadı? Bu soruya cevap verirken devletin; polis şiddeti, gözaltılar, tutuklamalar ve medya operasyonlarıyla her koldan saldırılarına rağmen öğrenci hareketinin uzun bir süre boyunca kırılamaması ve bunun sonucunda Melih Bulu’nun görevden alınması gibi bir kazanıma ulaşılmasını bir kenara not edip geçerek asıl olarak öğrenci hareketinin sürekliliğine dair yorumlarda bulunmaya çalışacağım. Öncelikle vurgulanması gereken en önemli kazanım gençlik hareketinin Gezi’den sonra yavaş yavaş düşüşe geçen ve OHAL sonrasında iyice gerileyen dinamizminin yeniden kazanılmasıydı. Daha somut bir ifadeyle, gençliğin ataletinin kırıldığını ve hem kitle örgütlenmelerinin hem de sosyalist hareketin örgütlenme imkanlarının önünün açıldığını öne sürebiliriz. Her ne kadar bu potansiyel birkaç istisna dışında sosyalist hareket tarafından iyi değerlendirilememiş olsa da seçim gündemine sıkışan Türkiye siyasetinde başka bir ufkun yaratılmasına katkıda bulundu. Bunun yanı sıra kökenlerini 68 devrimci hareketine götürebileceğimiz üniversite mücadelesinin hafızasına önemli bir miras da bırakılmış oldu. Bu mirasın değerini kısa vadede görmek çok kolay olmasa da Boğaziçi Direnişi’ni, siyasi açıdan her dönemde önemini koruyan üniversite gençliğinin hafızasına önemli bir katkı ve bir dönemin kapanışının müjdecisi olarak da görmek mümkün.


Eleştirel bir gözle yazılan bu satırları noktalarken son olarak birkaç önemli noktayı vurgulamak yerinde olacaktır. Bimeks işçilerine desteğe giderken kayyum sorununu ülke çapında gündemleştiren, Yunanistan’daki öğrenci hareketine selam gönderirken belediye işçilerinin grevini ziyaret eden, “LGBTİ+ hakları insan haklarıdır” derken salt öğrenci gündemine sıkışmadan bütün demokratik alanlara elinden geldiğince sahip çıkan bir direniş sürecine hep birlikte tanıklık ettik. Toplumsal muhalefetin çeşitli kesimlerinin Saray’ın yıllardır süren darbeleriyle paralize olduğu bir dönemde belki de haddinden fazla ileri giden bu gençlik hareketi bugüne hiçbir şey bırakmamış bile olsaydı uzun zamandır unuttuğumuz “gençliğin cüretini” ortaya koymasıyla önemli bir kazanım elde etmiştir.