Belediye İşçileri Ne İstiyor?


Gökçe Türkmen 18.11.2022

Belediye işçileri yıllardır hak mücadeleleri ile gündeme geliyor. Özellikle son yıllarda toplu iş sözleşmeleri; işçiler, sendika ve belediyeler arasında gerginlik ve mücadele anlamına geliyor. Belediye çalışanları, kendilerini temsil ettiği iddia edilen sendikaları yanlarında bulamıyor. Buna karşın patronlar, işçiler karşısında örgütlenmiş olarak mücadelelerinin zafere ulaşmasına engel oluyor. Laborans Kolektifi olarak belediye işçilerinin sorunlarını ve mücadelelerini bir belediye işçisi olan Savaş Özmen ile konuştuk.


Belediye işçilerinin hak arayışlarında en büyük talebi veya asıl isteği nedir?


Pandemi ve sonrasındaki krizle beraber zaten içerde olan hesaplar tamamen içeri girdi, asgari ücret civarında olan maaşlar biraz toplu sözleşmelerle hareketlendi fakat genel ortalamaya bakılırsa epeyce düşük. Bana kalırsa belediye işçilerinin en büyük meselesi yine önemli bir mesele olan ancak başlangıç noktası olmaması gereken kadro vurgusu yerine pandemi ve krizin etkisiyle giderek düşen alım gücünün yükseltilesi, maaş ve ücretlerin ciddi bir zam görmesi meselesi olmalıdır. Bu mesele yalnızca belediye işçilerini değil bütün kamuyu da etkiledi dolayısıyla bütün çalışanları ortaklaştırabilecek bir zemin olabileceği için de önemli ve üzerinde daha fazla konuşulması gereken bir meseledir.


Belediye işçileri hakları için mücadele ederken ne gibi zorluklarla karşılaşıyorlar?


Bir yandan belediyeler tırnak içinde aşırı siyasallaşmış alanlar ve bu ortam belediye çalışanları için par ciddi bir handikap. Bu “aşırı siyasallaşma", mesela haklarına daha fazla sahip çıkmayı, daha fazla mücadele etmeyi üretmiyor. Bazen tersine sonuçları bile var. Belediye başkanı ve yönetimi dört yılda bir, bir siyasi partiyle doğrudan seçimle geliyor ve bu durum bütün çalışanları etkiliyor. Son yıllarda olmasa da eskiden gelen bir alışkanlık var; seçimlerden sonra falanca parti gelirse diğerlerini işten çıkarır gibi düşünceler de belediye çalışanlarının nabzını etkileyen bir hadise. Diğer yandan işe girilirken ciddi bir torpil ve tanıdık mekanizması işler belediyelerde yakın zamana kadar böyleydi ve uzun zamana kadar da gidecek gibi gözüküyor. Bu da herhalde geleneksel kültürü aktaran geleneksel ilişkilerle düşünmeyi artıran, hızlandıran bir faktör ve bu ortam içinde belediye işçilerinin bazı yanılgıları oluyor. Örneğin torpille işe girdim ben yerimde durayım, işimi yapayım başka hiçbir şeyle ilgilenmeyeyim konusu halbuki torpil ve tanıdıkla işe girme sadece belediyelere özgü bir hadise değil. Torpille girilmeyen yer olmadığı için belediye çalışanlarının bu duygusu gereksiz ve çekingenliğe yol açan sonuçları oluyor. Bu psikolojiye yol açan ortam belediye çalışanlarının sendikalara birtakım derneklere, hak mücadelelerine, güncel, aktüel meselelere kanalize, motive olmasının engelliyor. Sonuç olarak o belediye yönetiminin seçmen tabanından isçiler “aman bizim belediyemizdir” diye hak hukuk işlerinden geri duruyorlar; o belediye yönetimine muhalif tabandan isçiler de bir şey olursa ilk topun ucuna bizi koyarlar diye hak hukuk işlerinden tedirginlikle geri durabiliyorlar.


 


Sizin kendi belediyenizde yaşadığınız sorunlar ve hak arayışları nelerdir, mücadelenizi nasıl sürdürüyorsunuz?


Ben güvenlik görevlisiyim. Güvenlik iş kolu mevzuatta son yıllarda tanımlanan, çok evveliyatı olmayan bir iş kolu. Güvenlik iş kolu daha önce belediyede genel olarak çalışanların dahil olduğu genel hizmetler iş kolundan sayılmıyordu. Biz önce güvenlik iş kolunda örgütlenmeye çalıştık. Güvenlik sendikasını örgütledik- (GÜVENLİK-SEN)- fakat iş kolu ayrılığı nedeniyle mecburen yaptığımız bu aynı belediyede farklı is kolunu örgütleme işi doğru bir şey değildi; meselelerin tüm belediye çalışanlarıyla ortak çözülmesini ve çalışanların güçlü, kuvvetli olmasını engelleyen bir şeydi. Son yıllardaki düzenlemelerle iş kolu meselesi ortadan kalktı, şimdi bütün belediye çalışanları genel hizmetler iş kolunda sayılıyor. Biz de böylece Genel-İş Sendikasına üye olduk.


 


Belediye işçilerinin mücadelesinin son durumu nedir?


Toplu sözleşmelerde şöyle bir durum var özellikle büyük şehirlerde çoğu maaşlarda ortalama 10 bin barajı aşılmış durumda. Toplu sözleşmelerin biraz daha zorlu geçeceğini öngörüyorduk 10 bin rakamı da psikolojik bir sınır gibi algılanıyordu çoğu yerde. Ancak hızla artan enflasyonla hangisi değerli, hangisi pahalı ve hangisi yüksek hangisi alçak zam, bu rakamlar ve kıymetlendirme ölçütü tamamen kaybolduğu için bu iyi bir zam alındığı yanılgısını doğurabiliyor. Önceden bizim asgari ücrete oranlı bir maaş sistemimiz vardı. Mesela asgari ücretin %80 fazlası gibi bir oran vardı. Asgari ücrete gelen zam oranı otomatik olarak bizim maaşlarımızı da etkiliyordu. Toplu sözleşmelerle beraber o bağlantı koptu. Örneğin biz 6-7 sene önce iki asgari ücret alıyorduk, şimdi de iki asgari ücret rakamına geldik ama bu 10 bin liranın ömrü muhtemelen 2-3 ay. Yılbaşında asgari ücretin belirlenmesiyle beraber yine biz asgari ücret karşısındaki son 10 yılda yaşadığımız gelir kaybını oransal olarak da çok somut bir biçimde göreceğiz. Bunları kendi hayatımızda göreceğiz dolayısıyla bu maaş meselesi kapanmış bir konuya benzemiyor. Toplu sözleşmeler çoğu yerde daha yeni yapıldı veya yapılıyor. Bu toplu sözleşme dönemi bitmeden maaş meselesi tekrar gündem olacak ve tartışıyor olacağız. Muhtemelen ek protokol ihtiyacı gibi konular olacak. 


Sosyal Demokrat Kamu İşverenler Sendikası (SODEMSEN) nasıl bir sendikadır ve işçilerin mücadelesinde nasıl bir rol oynar?


Her şeyden önce işçi işçidir, patron da patrondur, öyle düşünmek gerekir. Belediye de fabrika da olsa çok değişen bir hadise değil, biz bazen birtakım iletişimleri kurmak konusunda kolaylıklar yaşıyor olabiliriz fakat iletişim kuruyor olmak anlaşıyor olmak anlamına gelmez. Dolayısıyla SODEMSEN deki insanlar kötüdür öbür taraftakiler daha iyidir gibi bir kıyasa da gerek yok. SODEMSEN, sosyal demokrat belediyelerin işveren sendikası işin aslı böyle bir şeye ihtiyaç var mı onu da bilmiyorum. Sosyal demokrat, liberal, muhafazakar işveren sendikası kafama çok oturmuyor, benim meselem de değil bir yerde ama bu büyük bir çoğunluk için bir yanılgı üretiyor da olabilir. SODEMSEN’le oturduğumuz zaman pazarlıkta bazı işçi arkadaşlarımız SODEMSEN’le olduğu için daha fazla beklentiye giriyor olabilirler. Bu bir mücadele örgütlerken toplu sözleşme tartışırken boşuna bir engel oluyor. Diğer işveren sendikalarını da çok bilemediğim için detaylı bir analiz yapma şansım yok ama işçi işçidir, patron da patrondur. Sonuç olarak SODEMSEN bir patron, işverenler sendikasıdır.


SODEMSEN birçok işveren adına görüşme yapıyor, aslında imzalanan sözleşmeler üç aşağı beş yukarı aynı. Farklı belediyelerin işçileri birleşerek ortak bir sözleşme taslağı talep edebilir mi?


Bu SODEMSEN’in değil Genel-İş’in kabahati. SODEMSEN kimi tartışmalarında, açıklamalarında bazen gördüğümüz, tahmin ettiğimiz, tarihten de bildiğimiz gibi önümüzdeki kriz olasılıklarına, sıkıntılarına bizden yani işçilerden, işçi sendikalarından daha hazırlıklı. Önümüzdeki, demin bahsettiğimiz enflasyonun hızlı devam etmesiyle maaşlarımızın yerinde sayacak olması ve 3,5,6 ay içinde yine çalışanların maaşlar için bir şey yapmak istemesini SODEMSEN yine öngörüyor ama bizim Genel-İş’te bizim sendikalarımızda bir öngörü var mı, buna ilişkin bir hazırlık var mı, değerlendiriliyor mu, bu işçiye anlatılıyor mu bu belirsiz. Bizim sendikalarımızın ayırt etmeden kamuda bilhassa belediyelerde çalışan işçi sendikalarının esasen bu toplu sözleşmeler döneminde Maltepe belediyesini Maltepe özelinde, Bakırköy’ü Bakırköy özelinde, Üsküdar’ı Üsküdar özelinde bırakmak yerine özellikle pandemi ve kriz konularını anlatarak bu gerekçelerle genel bir başlık, talep, slogan, tartışma oluşturup onun üzerinden bütün belediyelerin çalışanlarının irtibatı, işbirliği ve dayanışmasıyla bir basınç oluşturması, kendi adı üzerinde bu gündemleri genelleştirmesi lazımdı. Fakat bunun yerine çok teknik, idari, her ilçe belediyesinin kendi özelinde kendi şubesinde hallettiği küçük küçük faaliyetlere dönüştü bu iş. Halbuki toplu sözleşmeler döneminde, özellikle yakın tarihli toplu sözleşmelerde bu yapılabilirdi. Hakikaten belediye çalışanlarının dünya kadar meselesi var. Kadrodan, taşerona, KHK’ya kadar tüm meseleleri genelleştirip ülke gündemine sokarak Hakkari’deki belediyeyi de Tekirdağ’daki belediyeyi de Çankırı’daki, İstanbul’daki belediyeyi de çalışanların hepsine seslenecek genel bir düzlem oluşturabilirlerdi. Bu fırsatı kaçırdılar, kaçırdıktan sonra da zaten her ilçede kendi özelinde kendi gücü oranında aynı kalıptan çıkmış toplu sözleşmelere imza atıldı. SODEMSEN’in, işverenin niyetinden çok bizim sendikalarımızın öngörüsüzlüğü, geniş bir alan açmayışı nedeniyle bu oluştu. Ama bu da her şeyi bırakalım sendikalarımızı vuralım, yerin dibine sokalım anlamına gelmiyor. Ama bunu da bilelim.


Genel-İş üzerinde oluşan CHP patronajı nasıl kırılabilir?


CHP’li belediyelerde Genel-İş’in çakılıp kalmış bir hali var bu Genel-İş’in veya CHP’nin tercihidir, yer yer oluyor ama giderek de azaldı bunu da görmek lazım. CHP’li biri seçiliyor belediyeye Disk in bir sendikası gelsin Ak Parti seçildiğinde Hizmet-İş gelsin neyse birisi gelsin falan gibi belediye yönetimlerinin geçmişte daha fazla müdahalesi oluyordu orta kademe yöneticilerin eliyle vs. bu tümden etkisini kaybetmedi ama büyük şehirlerde giderek azaldı. Bu nedenle ve diğer başka nedenlerle de Genel-İş’te CHP patronajını kırmaktan önce demin dediğim gündemleri ıskalamalarına neden olan tembel, enerjisi düşük, ne yapacağını bilmeyen, makamından memnun olma hali eleştirilmesi ve yerle bir edilmesi gereken bir durumdur. Sendika profesyonelleri, “sendika esnafı" buraları bir basamak olarak kullanıyor, kendi CV’lerine, kariyerlerine bir şeyler ekleyecekleri bir alan olarak görüyorlar doğru, bu eleştiri kendi başına anlamlı. Fakat benim kafamda öncelikli olarak Genel-İş’te “CHP patronajını engellemek” gibi bir hadise çok yok.. Bunların yerine Genel-İş in kendi adına sahip çıkarak Maltepe’deki işçiyi Maltepe’de bırakarak değil, Maltepe’deki toplu sözleşmeyi Maltepe’de çözerek değil ortak sorunları belirleyerek mevzuyu genelleştirerek çözmeli, çünkü pandemi ve krizle beraber milletin hali duman oldu. Kaldı ki toplu sözleşmenin maddelerine baktığımızda bütün belediye çalışanlarının aldığı ek ödenekler, mesailer, fazla mesailer bu kalemler zaten standart. Mevzu bunları sayıp dökmek değil; onun yerine Kadıköy, Bakırköy meydanına o ilçelerle sınırlı olmayan başka ilçelerden de belediye çalışanlarını yığıp onların ortak çabasını örgütlemek. Genel-İş bu konularda çok atıl ve zayıf kalıyor. Ben diğer sendikal anlayışları, diğer konfederasyonları da eleştiriyorum yer yer Türk-İş’i, Hizmet-İş’i ama bu eleştirimizi yapmakla beraber bunların genelleştirilmesi konusunda diğer ilgili iş kolundaki sendikalarla da aslında yapılabilecek çok şey var. Bu da ıskalanıyor. Onlar anca rekabet için bir belediyeden yetki alma meselesinde karşı karşıya geliyorlar, kurumsal olarak gereksiz bir şekilde birbirlerini rakip olarak görüyorlar. Bizim 6 ay-1 senedir pandemiden çıkıp normalleşme döneminde, önümüzdeki birkaç sene içinde bütün belediye çalışanlarını öyle ya da böyle toparlayıp organize edecek, birleştirecek bir söylem, basamak, merdiven oluşturmamız lazım. O yüzden Genel-İş in CHP patronajı meselesi ikincil kalıyor. Yeter ki işçi örgütlensin, güçlü kuvvetli olan sendikal harekete rengini katsın. Bu konuda da çok somut bir şey söyleyerek bitirmiş olalım; sendika içi demokrasi sağlanırsa bir sendikacı iki dönem seçilemesin ya da faaliyetlerinde, icraatlarında daha doyurucu somut hesap versin, şeffaf olsun bunlar yapılabilirse idari ve örgütsel olarak zaten orada CHP patronajı da herhangi bir patronaj da kendiliğinden azalacaktır diye düşünüyorum.