Demokrasi Partisi


Aydın Onay 25.09.2022

Demokrasi, tanım ve kullanım yelpazesi çok geniş bir kavram. Hem soyut bir ülke tahayyülünde (“İstediğimiz dünya nasıl olmalı?” gibi soruların cevabında) hem de güncel siyaset yorumlarımızda (Ülkede demokrasi var mı?, Demokrasi nereye?) bol bol kullanıyoruz. Fakat son düzlemde kullanımı veya “tanımlaması” nasıl olursa olsun, komünistler için en gerçek demokrasi proletarya diktatörlüğünden başka bir şey değil. Doğal olarak burjuva demokrasisinin konumlanışı (daha liberal- daha otoriter) “gerçek” demokrasiden bahsettiğimiz anlamına gelmiyor. İkinci bir “genel” tespiti de yaparak yazının asıl kısmına girmek iyi olacak. O da Marx ve Engels’in yaptığı, gerçek demokrasinin proletarya diktatörlüğü olduğu tespitinin yanında hem komünistler dışında demokratların hem de bu demokratlarla verilen ortak mücadelenin gerçek demokrasiye yani proletarya diktatörlüğüne ulaşmada değerli/önemli olduğu tespitidir. Bu tespit, yazının da başlığı olan “demokrasi partisi” kavramının Engels’in yazılarında geçmesinin de zeminidir.


Bu yazıda demokrasi partisi kavramı biraz da eğilip bükülecek. Engels’in yazılarında geçen kavramın somut bir partiye tekabül etmemesi ve geniş bir çerçeve çiziyor olması, eğip bükmemizi kolaylaştırıyor. Bu eğip bükmeler ise yazara göre aslında Engels’in içeriğinin güncele yansımasıdır. Tarihsel yansımalar, her zaman bire bir örtüşmek, ayna görüntüsü yaratmak zorunda değildir. Kavramların oluştuğu somut durum ile yeniden kullanıldığı somut durum arasında tarihsel gelişme, yansımanın da sapmasını belirler. Doğal olarak Engels’in komünist olmayan demokratlar ile ortak mücadele tespitleri ve bu tespitler sırasında kullandığı kavramların aşağıda söylenenler ile örtüşmesi zordur ve örtüşmemesi doğaldır. Belli açılar dışında içeriğin, odaklandığı noktanın ve niyetin devamlılığı bir derecede yeterlidir. Konuyu dağıtmayalım.


Türkiye’de en geç Haziran 2023 tarihinde bir seçim gerçekleşecek. Bu seçimin ne kadar önemli olduğu su götürmez bir gerçek. Seçimler için herkesin bir planı, stratejisi ve hamlesi var; genel olarak bunlar  “masa” veya “ittifak” adlarıyla somutlanıyor. Burjuva siyasetinin temel yapıları iki ayrı ittifak etrafında toplanmış durumda. Sosyalistler ve demokratik hareketler ise Emek ve Özgürlük İttifakı ve Sosyalist Güç Birliği adlı iki ana bileşimin etrafında toplanmış ve bu bileşimlerin tartışmasına odaklanmış durumda.


Soyutlanmış Bir Sosyalizmin Reddi


 Burada açıkça Emek ve Demokrasi İttifakı’nın hangi açılardan önemli olduğu ve hangi çizgide olması gerektiğini belirtemeye çalışacağım. Aynı zamanda Sosyalist Güç Birliği’nin ise bir siyasetsizliğin ürünü olduğu kanısındayım. Bu siyasetsizliğin ise iki ana temeli var. Ülkemizde siyasal yaşamın gün geçtikçe karmaşıklaştığı, popüler tabirle “her şeyin her an değişebildiği” bir atmosferin en az 2015’ten beri kendini dayattığını görüyoruz. Bu dayatma devrimci harekette de belirli bir kırılma yarattı. Kırılmanın yıllardır oluşturduğu çatlak ise seçim tartışmalarında kendisini daha berrak şekilde gösteriyor.


Burayı uzatmak yazıyı sıkıcı hale getirecektir. Şu şeklide özetleyelim: Komünistlerin yönetmediği her alanı büyük bir kirlenme olarak gören, retorik bir radikalliğin ve egemenlerin soyutlanmış hayaletleri ile kavga etmenin kutsallığına kapılmış olanların yıllardır savundukları tezlerinin Sosyalist Güç Birliği adlı bir bileşimi ortaya çıkarması pek de şaşırtıcı değil. Yayınlanan metnin hiçbir şey anlatmaması, bileşenlerin bu seçim 2014’te veya 2034’te de olsa aynı şeyleri yazacakları aslında kendi soyutlanmalarını da göstermekte. Bu soyutlanmanın iki ayağı var:


1-) Yukarıda bahsedildiği gibi egemen sınıfı retorik bir radikallikle eleştirmek. Sürekli “Sosyalizm Kazanacak” sloganını atmak fakat egemen sınıfın şiddet tekeli olan ve bugün kapitalist barbarlığın en geri kurumu olarak karşımıza çıkan devletle topyekun mücadelede kendisini geride tutmak.


2-) Yine soyutlanma isteği ve devletle topyekun bir savaşa tutuşmama isteğinin doğurduğu bir sonuç olarak Kürdün reddiyesine sarılmak.  Kürt Hareketi ile omuz omuza mücadelenin siyasal tehlikelerini abartmak ama aynı dinamiğin bugün düzen siyasetinin bütününü nasıl krize soktuğunu görmemek, Kürdün varlığının burjuva siyasetini nasıl krize soktuğunu görmeden “anlaşacaklar” gibi en hafif tabiriyle havada kalan tezi tekrarlamak bunun en güncel örneği.


Dediğim gibi çok uzatmayalım…


Kürt Hareketi Düzen İçi mi veya Komünistler Sadece Komünist Olanlarla mı Konuşur?


İki hattın tartışmasında tartışmanın kilitlendiği yer ve Emek ve Özgürlük İttifakı’ndaki sosyalistlere gelen eleştiri, düzen içi bir aktörle yan yana geliniyor olması. Sanırız bu tezin sahipleri sosyalistlerin siyasal ittifaklarını sadece sosyalistlerle yapması gerektiğini, yoksa bunun Marksist bir hamle olmayacağını savunuyor. Marksizm’e Ortodoks bir çizgiden bakalım ve tezin neden yanlış olduğunu, bugün sosyalistlerin söylenenin aksine Kürt Hareketi ile neden temas etmesi gerektiğine bakalım.


Komünistlerin ilk kurallarından birisi komünistlerin burjuva partiler ile temas etmemesi olabilir. Bu kuralı çok kaba haliyle ele alalım. Bu durumda 20. yüzyılın ulusal mücadele hareketlerinin, Komintern’in ulusal mücadele veren ülkelerdeki KP’lere tavsiyeleri kural ihlalinin en çıplak örneği olabilir.  Biz yine de kurala “sadık” kalalım, hatta bir ek yaparak burjuva egemen devletler için söylendiğini de düşünelim. Bu durumda diğer bir soruyu sormak gerekiyor. İttifak yapılan “malum” parti, yani HDP bir düzen partisi midir? Kurala göre konuşursak HDP bir burjuva partisi sayılabilir mi? Cevabı hemen verelim, hayır


Bu soruya “evet” cevabı verenlerin pek de Marksist açıklamaları olmuyor. Daha çok Komünist ideayı ve Marksist yöntemi benimseyenlerin hayal ettiği sınırsız ve sömürüsüz bir dünyayı kuramayacakları fikrinin çarpıtılmış halini öne sürüyorlar. O da Marksistler dışında herkesin düzen içi olduğu yönünde bir fikir. HDP açıktan Komünist veya Marksist bir yapı mıdır? Hayır. O zaman HDP  düzen partisidir. Sanırım bu indirgemeci mantık Aristo’yu bile sinirlendirirdi. Bu mantığı çalıştırmaya devam edelim. Marksist açıdan Anarşist fikir ve istedikleri dünyaya ulaşmanın yolu konusunda su götürmez yanlışlıklar vardır. Peki bu Anarşizmi düzen içi bir yere mi iter? Bu durumda programı belli olan HDP’nin ve genel olarak Demokratik Konfederasyonizm zemini üzerine düşünsel yapısını inşa eden Kürt Hareketi’nin düzen içi diye değerlendirilmesi yanlıştır. Demokratik Konfederasyonizm elbette Marksist açıdan eleştiriye tabi tutulabilir, tarihsel olarak yenilmeye mahkum sayılabilir fakat onu düzen içi saymak gerçek dışılıktır.


Düzen partisi olmak için ideolojik yanlışlığın yanında bir tavır da göstermek gerekir. En kaba tabiriyle, mevcut kapitalist düzenin devamını istemek ve en iyi ihtimalle onun daha insani olmasını talep etmek düzen partisini tanımlar. Daha karmaşık ve dolaylı tanımlamalar da yapılabilir elbette, burada hepsini yapmak zor olacağı için atlıyoruz. Son noktada Kürt Hareketi’nin en kaba tanımlamadan en karmaşık tanımlamaya kadar kendisini ideolojik ve politik olarak düzenin içinde tanımlaması zor olacaktır.


Buna karşı  “partinin fiili durumu” eleştirisi yapılabilir. Çok meşhur olan “anlaşacaklar” tezi veya bu yapının “uzlaşmacı” tavrı söylenebilir. Burayı da uzun uzun yazmak gerekmiyor. Neden daha yumuşak bir geçiş stratejisinin iddiasıdır bu. Yumuşak olarak geçilen yerin “Kapitalist bir modernite” olduğunu söyleyebilir miyiz? Bir yapıya olmadığı anlamlar yükleyip sonra “bak uygun değilsin” demek pek de akıl karı değil. Eğer sadece bu bir düzen partisi olmak için yeterli olsaydı Sosyalist Güç Birliği’ndeki yapıların da onurla destek verdiği başta Venezuela deneyimi gibi birçok Latin Amerika deneyimini reddetmemiz gerekirdi. 21. Yüzyıl Sosyalizmi fikri pek de “ihtilalci” değil…


Buraya kadar her şeyi kabul ettiğimizi düşünerek yeni bir soruya geçelim. Sosyalistler kendileri dışında olan ve düzen içi sayılmayan özneler ile iş birliği yaparlar mı? Bu soruyu da Manifesto’dan başka bir cümleyi “ilke” yaparak cevap verebiliriz:  “Kısacası, komünistler, her yerde, mevcut toplumsal ve siyasal düzene karşı her devrimci hareketi destekliyorlar.” Marx ve Engels’in bu alıntısındaki “devrimciler” bu dönemin aktörlerine siyaseten benzemiyorlar elbette. Benzemesi de beklenemezdi. Fakat hem komünist olmayan devrimcilerin bugün de var olduğunu hem de bunlarla işbirliğinin artık can yakıcı hale geldiğini sanırım hepimiz biliyoruz.


Bir İttifakın Zorunluluğu


Yukarıda bahsettiğimiz ve görece “soyut” kategoriler ülkenin somut durumu ile yan yana geldiğinde bir zorunluluğu doğuruyor aslında. O da komünistlerin kendileri dışındaki düzen dışı aktörler ile en geniş ittifakı yaratması ve ülkenin gündemine bu ittifak ile müdahale etmesi. Ülkemizde her ne tanımını yaparsak yapalım, yok olduğunu gördüğümüz “Demokrasi” kavramının etrafında (her ne tanım yaparlarsa yapsınlar) “samimi” bir şekilde yan yana gelen demokratların kuracağı ittifak karanlığın yırtılmasında en önemli mevzi olacak. İşte buna Engels’in tabiri ile Demokrasi Partisi demek gerekiyor. Bugün bu “partiye” en yakın adımlar atanlar Emek ve Özgürlük İttifakı. Kendisini hala tam olarak nasıl şekillendirdiğini anlatmamış olsa da halkın seçeneğini devrimci bir rol üstlenerek yürütmeye çalışıyor veya atılan adımlar bu yürütmenin önünü açacak nitelikte.


Komünistlerin kendileri dışındakilerle ittifak yapması belki tarihimizde hiç bu kadar (komünistler için) önemli olmamıştı. Gezi İsyanı’ndan bu yana sürekli küçülen ve bir noktada basit manevralar dışında üretim yapmayı bırakmış gibi duran bizim mahallenin yeni dönemde var olacağı, mücadele edeceği ülkeyi birileri ile ittifak yapmadan belirleyebilmesi zor. Böyle olmasını istememek böyle olması gerektiğini değiştirmiyor. Ya düzen içi aktörlerin kendi kendine bir liberal yol almasını bekleyecek ya da en geniş ittifak ile hem ülkenin kendisine hem de düzen içi aktörlerin bazılarına müdahale etmesi gerekecek. Emek ve Özgürlük İttifakı bu zeminde kendisini başarılı şekilde var ederse güzel sonuçlara gebe. Bunu yapmanın yukarıda özetlendiği gibi Marksizm’den sapmadığı da bir gerçek. Elbette yerinde durandan daha fazla riski kendi içinde barındırıyor. Bu yolda bizim dışımızda da başka birçok aktör yürüyor ve rotayı onlara bırakırsak geniş toplumsal yığınları ve bizi elbette devrimci çizgiden saptırabilir. Bu risk yola çıkmamayı veya yolun sonundaki hedeflerin yanlış olduğunu göstermez. Bu, ülke siyasetinin iyice sıkıştığını göstermektedir.


Uzun Soluklu Bir İttifak, Demokrasi Partisi veya Sonuç


Türkiye’de geçmiş, günümüz ve (en azından bir süre daha) gelecekteki çoğu sorunun en büyük sebebi Saray Rejimi. Doğal olarak rejimin yenilmesi birçok açıdan hayati bir öneme sahip. Fakat AKP’nin gitmesinin her şeyin çözümü olduğu söylenemez. Bugün, örneğin göçmen düşmanlığı, Saray Rejimi’nin yol açtığı fakat onu da aşan bir sağa savruluş. Aynı zamanda ekonomik kriz de Saray Rejimi’nden bağımsız bir sorun haline gelmiş vaziyette. Millet İttifakı içerisindeki sağcıların çıkışları, programları ve söylemedikleri aslında savunu olarak AKP’den çok da öteye düştüklerini söylememize engel oluyor. AKP’nin yöntemlerini “yeni” olmanın avantajı ile uygulamayacak olmaları onları daha “liberal” yapmıyor fakat AKP’den daha tehlikeli hale getiriyor. Merkez Sağın kendisini toplumsallaştırmak gibi bir misyonu görev edinmiş vaziyetteler. İttifakın “sol”unda kalan CHP ve Kılıçdaroğlu’nun seçimlerin ardından bu misyonu durdurmaya çabalayacaklarını zannetmek çok hayalci olacaktır.


Bütün bunlar seçimler öncesi verilen mücadelenin ve tehlikelerin olası bir “yeni” iktidarda da kendisini gösterecek gibi. Ve yine bütün bunlar gösteriyor ki Emek ve Özgürlük İttifakı’nın kendisini Engels’in tarif ettiği gibi bir Demokrasi Partisi olarak kurması gerekiyor. Demokrasi sorunu eskinin yeniye sinsice bırakacağı bir miras olacak. Ve komünistlerin, komünist olmayan “samimi” demokratlar ile bu mücadeleye devam etmesi gerekiyor. Bu parti, programlı, tüzüklü ve anladığımız parti gibi somut bir aygıt değil. Kendisine Burjuva Demokrasisinin en ilerisini hedefleyen, düzen siyasetine zorlama ve kaldıramayacağı talepleri dayatan bir düşüncenin yan yana gelerek olgulaşması. Anlamına geliyor.   Yeniden kurulan “Yeni Türkiye’nin” sağın eseri olmaması gerektiği herkesin malumu. Buraya müdahalenin kıymetli bir örneği olarak kurulan Emek ve Demokrasi İttifakı’nın temel iki maddeyi kabul etmesi belki de Demokrasi Partisi olmasının zeminini yaratıyor:


1- AKP’nin gitmesinin önemli olması elbette önemli. Fakat AKP’yi götürenin büyük bir toplumsal meşruluğa ulaşacağını da unutmamak gerekiyor. Doğal olarak Millet İttifakı’nın adayına zorunlu oy verme ile toplumsal meşruluğu sağlamlaştıracak derecede destek olma arasındaki çizgiyi iyi çizmek gerekiyor. “Bu dönem geçsin.” mantığıyla gözümüzü kapatacağımız her başlığın ileride bize de sorun olacağı, yanlış hamleler ile “suça ortak olma” riskini büyüteceğimizi unutmamak gerekiyor.


Yukarıda yazıldığımı ve İttifakın her partisinin röportajlarında da belirttiğini tekrar özetlemek gerek. Bu da İttifakın masanın ötesine geçmesi. Kendisini burjuva siyasallığından soyutlamanın en meşru yeri kendi programını örmekten geçiyor. Haliç Kongre Merkezi’nde okunan ve aylardır bir şekilde çizilmeye çalışılan çerçevenin somutta kendisini göstermesi gerekiyor. Aylar sonra gerçekleşecek seçimlerin önemi gereği bu dönem elbette ağırlıklı konuşulacak olan konu seçimdir. Fakat seçim sonrasında da varlığını sürdürmesi için hem bu dönem hem de ileride Türkiye siyasetine dair daha çok şey söylemeli. Burada bahsedilen, yapılmak için yapılmış kampanyalar değildir. İlla kendisini sokakta göstermek de değildir. Burada söylenen Türkiye’nin kaderinin sadece seçim olmadığı gibi seçime giden süreç ve hemen sonrasında yaşananların detaylarına da ortak tepki vermektir