“‘Biz de yapabiliriz’ düşüncesinin ortaya çıkmasına katkıda bulunmak istiyoruz”
"Siyasetten soyutlanmış bir kuşak var ve yeni bir şey yaratmıyor' deniyor. Aksine bu kuşak kendisini bulmaya çalışıyor. Kendisini bulmaya çalışırken savruluyor da. Sosyal medya dediğimiz şey gerçek hayattan bağımsız değil. Burjuva siyasetin de küçük yaş gruplarına en çok göstermeye çalıştığı şey buranın bir gerçeklik olduğu ve buranın dışında başka bir gerçekliğe de ihtiyaç olmadığı yönünde. Bu mecranın böyle bir tehlikesi var ama ona karşı mücadele bu mecranın reddi değil sokakta kesiştiği yerleri bulmak"
Twitter’da devrimci mücadele tarihine ve sosyalist kültüre dair dikkat çeken paylaşımlarıyla karşılaşmış olmalısınız. Etkileşim garantili klişelere, aforizmalara, popülizme teslim olmadan, fraksiyoner körlüklere kapılmadan sosyalizm ve toplumsal mücadeleler alanında ilham verici bir etkide bulunmak istiyorlar. Genç sosyalistlerden oluşan bir kolektifin yürüttüğü Laborans sadece bir sosyal medya kanalı değil. Dünün mirasını bütün zenginliğiyle yeniden keşfe giriştikleri gibi bugünkü kitlesel direniş hareketlerini ve halk isyanlarını da yakından takip etmeye, anlamaya, anlatmaya çalışan içerikler üretmeye girişiyorlar. Aydın Onay’la, Laborans kolektifinin kısa süre önce dökümünü çıkardığı halk isyanlarını ve kitle hareketlerini, Laborans’ın ne olduğunu ve neler hedeflediğini, sosyalist hareketin ve gençliğin yeni medya araçları ile ilişkisini konuştuk.
Birkaç hafta önce bir döküm yayımladınız. Sri Lanka ve Ekvador’da halk isyanları yükselirken bunların aslında tekil olmadığı, dünyada isyan ve direniş hareketlerinin çok yaygın olduğundan bahsettiniz. Sizi bu dökümü çıkartmaya iten neydi?
Aydın Onay: Bizi bu dökümü yapmaya iten şey ülkemizde 2021 sonu, 2022 başındaki eylemlerle dünyadaki hareketlenmeler arasında gördüğümüz ortak noktalardı. Bunlar ağırlıklı olarak işçi eylemleriydi. Bunların hepsi ekonomik krizin zamlarda somutlaşan etkileri üzerinden gelişiyordu. Biz aslında şunu fark ediyorduk; dünyanın tamamı bir ekonomik buhran ve otoriter rejimler altında halk ayaklanmalarına doğru itiliyor. Laborans’ta parça parça bunun haberlerini de yapıyorduk. Yaz başında da Sri Lanka ile başlayan bir halk ayaklanması furyası gördük. Biz tekil tekil bu eylemlerin haberlerini yaparken şunu fark ettik; Afrika’dan Güney Asya’ya, Latin Amerika’ya kadar halklar ciddi bir huzursuzluk içinde. Rusya-Ukrayna savaşının da etkileriyle derinleşen ekonomik kriz ciddi patlamalar yaratıyor ve yeni patlamalara da gebe.
Bizi de Sri Lanka’da başkanlık sarayının basılması sembolikliği dışında isyanların arka planını göstermeye iten bir tablo oluştu. Sadece haziran ve temmuzu baz aldık, çünkü öteki türlü tablo çok uzayacaktı. Bundan önce Yunanistan’da ya da Avrupa’nın diğer birçok yerinde daha geniş kitle hareketleri var. Bunların hepsini almak yerine spesifik olarak haziran ve temmuzu tercih ettik. Halk isyanlarında ortak durumun ne olduğunu baz aldık.
“Yemek yoksa seçim yok”
Peki bu iki ayda kaç ülkede isyan hali gözlemlendi?
20 küsur ülkede 30’a yakın hareketlenme var. Bunların hepsi tek bir başlıkta çıkmıyor. Örneğin ABD’de çok uzun yıllar sonra kürtaj eylemleri oldu. Sri Lanka’daki otoriter rejim ayrı bir durum.
Afrika’da Birleşmiş Milletler’e karşı ciddi bir öfke var. Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde Birleşmiş Milletler’in terörü durdurmadığı, aksine terörü finanse ettiğini söyleyerek eyleme geçip Birleşmiş Milletler binalarını bastı halk. “Terörü durduracağız diye buradasınız ama terörü ve mafyatik ağları destekliyorsunuz” diye ayağa kalktı insanlar. Çok sayıda kişi öldü.
Kenya’da, “Yemek yoksa seçim yok” diye bir eylemlilik var. Çok farklı renklerden şaşırtıcı eylemler görebiliyoruz. ABD’den “üçüncü dünya ülkeleri” diye anılan birçok ülkeye kadar eylemler var. Bu eylemler yerel ya da sektörel talep ve hedeflerle sınırlı kalmıyor. Birleşmiş Milletler, NATO gibi uluslararası hegemonik kurumlara yönelik yapılan eylemleri de görebiliyoruz.
Dünya halklarının farklı gündemler etrafında ancak aynı frekansta harekete geçtiğinden söz ediyorsun. Bu eylemleri ortaklaştıran nedir? Aynı anda harekete geçiyor olmalarının bir anlamı var mı?
En geniş çapta bakarsak mesela çözülemeyen bir kapitalist kriz bütün dünyaya yayılmış durumda. 2008’den bu yana var olan krizin gerçekten çözülemeyişi ve belli bir noktada kapitalist rejimlerin aynılaştığı durum söz konusu. Ekonomik krizler benzer şekilde ortaya çıkıyor. Dünya bir savaşa sürükleniyor. Bu durumdan dünyanın her ülkesi, her toprağı ciddi anlamda zarar görüyor. Faşist rejimler ortaya çıkıyor, faşist hareketler güçleniyor.
Sadece ekonomik kriz değil göçmen sorunu bütün dünyanın sorunu. Listemize almadık ama Orta Amerika’dan gelen göçmenler Meksika sınırından Amerika’ya doğru akın akın gidiyorlar. Polis barikatlarını yardılar. Ya da İspanya’da polis sınırda onlarca göçmeni katletti.
Bütün dünyada burjuva siyaseti bir kriz yaşıyor ve bu krizi aynı şekilde çözmeye çalışıyor. Daha faşist daha otoriter daha baskıcı yöntemlerle çözmeye çalışıyor. Hem ekonomik kriz hem otoriterleşme sorunu tüm dünyayı aynılaştırıyor.
İncelediğiniz eylemlerde sizi şaşırtan ne gibi unsurlara rastlıyorsunuz?
Kenya’daki hareketler beni açıkçası şaşırtıyor. Ben Afrika coğrafyasını çok bilmiyordum ama Kenya Komünist Partisi diye bir özne var. Politik açıdan bazı hareketlerini doğru bulmasak da çok ciddi çalışmalar yaptığını görüyorum. Sloganların çok benzeşiyor olması çok şaşırttı. “Yemek yoksa seçim yok” sloganı beni şu anlamda çok şaşırttı. Çünkü bizim olması gereken bir slogan. Baktığımızda aynı talepler aynı söylemler var. Amerika’daki kürtaj eylemlerine baktığımız zaman da “ileri demokrasi”lerde alışık olduğumuzun ötesinde hızlı bir refleks gösterildi. Kadın mücadelesinin Latin Amerika başta olmak üzere dünya genelinde yükseldiği bir dönemdeyiz.
Göçmen sorunu etrafında yükselen ırkçılık
Dünyadan “bu slogan bizi çağrıştırıyor” dediğiniz eylemler var. Türkiye’ye baktığınızda ne gibi benzerlikler ve farklılıklar görüyorsunuz?
Aslında yine “Yemek yoksa seçim yok” sloganı ve yeni dinamikler diyebileceğimiz ekoloji ve göçmen meselesi çok aynılaşıyor. Elbette Türkiye’nin çok özgün yanları var. Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin yabancı bir ülkenin bakanıyla konuşurken sarf ettiğini söylediği “Ben bu enflasyonla sokağa çıkabiliyorum. Siz yüzde 10’luk enflasyonla sokağa çıkamıyorsunuz” sözüne baktığımızda bu gerçekten doğru. Dünyanın pek çok ülkesinde enflasyon oranları ve toplum üzerindeki baskı Türkiye’ye oranla çok daha az olmasına rağmen eylemler yapılıyor.
Ben göçmen meselesinin Türkiye açısından önemli olduğu kanısındayım. Ekonomik kriz ve ekoloji insanların ortaklaştığı bir şey. Refleksleri de biraz ortaklaşabiliyor. Sri Lanka’daki Kenya’daki ve Türkiye’deki emekçiler aynı reflekslere sahip olabiliyor. Ama göçmenlik konusunda yeni sağın evrensel mobilizasyonunun ilerlediğini görüyoruz. Dış dünyadan bir katliam haberi paylaştığımızda burada daha ince tepkilere yol açabiliyor. Ama ülkemizde durum değişiyor. Bu durum hem göçmen karşıtı ırkçılar için hem de göçmenlere karşı daha dayanışmacı duygularla yaklaşan insanlar için geçerli. Irkçılığın aktif bir göçmen karşıtlığı içerisinde örgütlenmeye başladığını görüyoruz. Ben bu ince detayı önemli görüyorum. Sınıf mücadelesi ve toplumsal hareketlerde bütün dünyada ortaklaşan bir noktada.
“Biz de yapabiliriz” düşüncesinin ortaya çıkmasına katkıda bulunmak…
Biraz Laborans’a gelelim. Birçok insan Laborans’ı Twitter’dan biliyor. Laborans fikri nereden çıktı? Nedir bu Laborans?
Laborans 2021’in ekim ayında Twitter hesabı olarak açıldı ve aktif olarak 2021 Kasım’ından beri paylaşımlarına devam ediyor. Şu ana kadar sadece bir Twitter sayfası durumunda ancak çıkış noktasından itibaren salt bir Twitter sayfası ile sınırlı kalmak istemiyor.
Laborans’ı tanımlamak gerekirse, sosyalist kültür ve siyaset anlayışını savunuyor. Bunu söylerken sitemizdeki ilk yazımız da “Biz kimiz?”di. Bunu iki kısma ayırıyoruz. Bir sosyalist kültür, bir de sosyalist siyaset. Sosyalist kültürü daha geniş bir perspektifte şöyle algılamaya çalışıyoruz. Bu dünyada ve topraklarda bir mücadele veriliyor, daha önce de verildi. Her devrimci mücadele ciddi şekilde kendi kültür birikimini yaratıyor. Sadece devrim mücadelesinin pratikleri değil devrimci mücadele tarihinden insanların biyografileri, oradaki deneyimleri ve değerleri…
Son yıllarda ülkemizdeki baskı rejimi karşısında yeni medya alanlarını boş bıraktığımızı düşünüyoruz. Ben de görece genç bir devrimciyim ve devrimci mücadeleye başladığımda tanıştığım bazı simaların, isimlerin deneyimlerinin silindiğini fark etmeye başlıyorum. Çünkü biz onu yeni mecraya taşıyamıyoruz.
Kimimize göre sanki Sovyetler Birliği ve Küba deneyimleri dışında bir devrimci pratik yok gibi bir durum var. Mesela Alman devrimi üzerine, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht dışında konuşulan bir şey yok. Oysaki Avrupa’da ciddi bir pratik var. Partizan deneyimi neydi, nasıl örgütlendi? Afrika’da da çok ciddi mücadeleler var. Endonezya’da 20. yüzyılda komünizmin bastırılması gibi örnekler birçok Türkiyeli devrimcinin bilmediği şeyler. Ancak bu deneyimler çok öğretici değerler taşıyor. Yine Ermeni, Bulgar, Rum devrimcilerin hem bu topraklardaki hem de dünyadaki serüvenlerini örnek gösterebiliriz. Manuşyan örneğini verebiliriz. Adıyamanlı bir Ermeni sürülüyor ve Paris’te anti-faşişt direnişin içerisinde yer alıyor. Bu örneği paylaştığımızda biz böyle bir şeyi bilmiyorduk diye yüzlerce tepki aldık. Orada öylesine büyük bir mücadele veriyor ki faşistler katlettiğinde onun için afişler asıyor.
Brezilyalı devrimci Carlos Marighella’yı paylaştınız…
Evet Marighella paylaşımı yaptığımızda geçmiş mücadele deneyimlerini yakından bilen devrimcilerden çok güzel geri dönüşler oldu. Bunlardan biri de Ferda Koç’tu. Filmler ve yazılar önerdiler.
Aslında bir noktada tüm bu deneyimlerin, geçmişin büyük ölçüde silindiğine dair naçizane bir gözlemim var. Mesela ikonik bir fotoğraf var. O fotoğrafı çeken bir fotoğrafçı var. Biz o fotoğrafçıyla çok ilgilenmiyoruz ama bize bir tarih bırakıyorlar, paylaşmamızı sağlıyorlar. Bu insanlar da komünistler, mücadele ediyorlar. Enternasyonal Marşı’nın hem bestecisinin hem de yazarının işçi olduğu örneği var. Biz bunu çok somut bir kültür olarak görüyoruz ama kültür çok geniş ve bugünkü somut durumda iyi değerlendirilmiyor.
Twitter, gerçekle alakası olmayan aforizmaların daha çok tüketildiği bir alan. Siz böyle bir ortamda klişelerin, aforizmaların örttüğü hakikati, pek görünür olmayan gerçekleri paylaşarak bir etkileşim alıyorsunuz. Bir yandan yeni iletişim ortamının bir yandan da geçmişten gelen sol içi ayrımlarının yarattığı kör noktalar var. Bu kör noktalar ne kadar giderilebilir?
Kesinlikle giderilebilir olduğunu düşünüyorum. Zaten bizim varlık sebebimiz ve çok kısa süre içinde ilgi çekmemizin sebebi de bu. İnsanlar, geçmiş ayrışmalar biraz da zaman aşımına uğradığında ya da bir adım geri çekildiğinde oradaki her deneyimden bir şeyler öğrenebileceğini fark ediyor ve ilgi duyuyorlar. Bütün dünyanın tekrar kaos ve krize sürüklendiği bir dönemde, geçmişteki devrimci örnekler yeniden önem kazanıyor ve bunların yeniden keşfedilmesi gerekiyor.
Mesela Leningrad kuşatmasında çok büyük bir klasik müzik zenginliği bize kazandırılıyor. Mücadele her alanda ortaya çıkan bir şey. Mücadele yükseldiğinde “biz de buna katkı sunabiliriz” düşüncesinin ortaya çıkarılmasına katkı sunmak istiyoruz. Yapmak istediğimiz şey biraz da bu. Takipçilerimizle fazla haşır neşir olan bir platformuz. Buradaki siyasal yelpazenin de çok geniş olduğunu fark ediyoruz. Belki dost sohbetinde konuşamayacağımız, yan yana olamayacağımız insanlarda ilgi uyandırabiliyoruz.
Sosyalist kültür diye bahsettiğim o ilk kısım şu ana kadar başarılı gidiyor. Bunu daha da geliştirebiliriz tabiî ki.
“Babil yazılarında da gençlerin disiplinsizliğinden söz ediliyordu”
Daha çok eski kuşaklarda olan bir algı var ya; genç kuşaklardan artık bir şey çıkmayacağı, yüzeysel oldukları, eskisi gibi derinleşme ve adanmanın, böylesi bir devrimciliğin artık bittiği, devrimcilik açısından gerekli ve erdemli olan şeylerin bugün geçersizleştiği gibi… Bu eleştirilere ne diyorsun? Sosyal medyada popüler olanın peşinden gitme, yüzeysellik, tüketicilik vb. yeni kuşağı tanımlayan şeyler mi?
Ben bu kanıda değilim. Dört bin yıllık Babil yazıtlarında da yeni kuşağın disiplinsiz olduğundan söz ediliyor. Tarih bunlarla dolu. Her dönemde eskinin yeniyi beğenmeme hali var.
Ben bugün iki ayaklı olduğu kanısındayım. İşin siyaset kısmı da buraya gidiyor. Çok uzun zamandır kamusal alan tartışması var. Sosyal medyanın yeni bir kamusal alan olup olmadığı yönünde bir tartışma var. Dünyada da ciddi bir kamusal alan olarak görülüyor. Ben de bu düşünceye katılıyorum.
Türkiye’deki sorunun genç kuşağın yüzer gezer olması, popülist olana yöneliyor olmasıyla alakalı olduğu kanısında değilim. Sadece Twitter konuşuyoruz ama Youtube çok geniş bir alan. Tiktok belki sosyalistlerin en az bildiği yer ama Türkiye’de en çok kullanılan sosyal medya platformu o. Burada sadece utanç verici veya komik videolar paylaşılmıyor. Çok ciddi politik videolar da paylaşılıyor. Biz kalıcı müdahalelerde bulunamadığımız için oranın daha oturmadığı ve savrulma alanları olduğu kanısındayım.
Bugün Twitter’a baktığımızda birçok şeyin çok sığ bir şekilde tartışıldığını ve sığ bir şekilde tüketildiğini görebiliyoruz. Makale yazamazsınız, bütün Alman devrimini konuşamazsınız ama bazı özneler verirsiniz. İlgi çekici yönleriyle verirsiniz ve yaygınlaşmasını sağlarsınız. Biz bunu yaratmaya çalışıyoruz. Laborans gibi ya da daha başarılı projeler yarattığınızda o yüzer gezerliğin aşılacağını ve daha derinleşeceğini düşünüyorum.
“Bu kuşak kendisini bulmaya çalışıyor”
“Siyasetten soyutlanmış bir kuşak var ve yeni bir şey yaratmıyor” deniyor. Aksine bu kuşak kendisini bulmaya çalışıyor. Kendisini bulmaya çalışırken savruluyor da. Sosyal medya dediğimiz şey gerçek hayattan bağımsız değil. Burjuva siyasetin de küçük yaş gruplarına en çok göstermeye çalıştığı şey buranın bir gerçeklik olduğu ve buranın dışında başka bir gerçekliğe de ihtiyaç olmadığı yönünde. Bu mecranın böyle bir tehlikesi var ama ona karşı mücadele bu mecranın reddi değil sokakta kesiştiği yerleri bulmak.
Bizim tablomuz bu anlamda iyi bir deneyim sağlıyor bizim için. İnsanlar artık dünyanın her yerinde kendiliğinden ya da örgütlü bir halk ayaklanmasını çok hızlı bir şekilde görebiliyor ve o deneyimi özümseyebiliyor. Sokağa tercüme edebildiğimiz sürece bu durumun bizim için çok büyük bir nimet olduğunu düşünüyorum. Bu yönde ileri gidebilirsek o yüzer gezerliği de aşabiliriz.
Sosyalist hareketin ve emek hareketinin örgütlü güçlerinin yeni medya araçlarını kullanması noktasında ne düşünüyorsun?
Yeterince etkin kullanılamadığı yönünde bir eleştiri var. Ben bu eleştiriye biraz katılıyorum. Bu yeni bir alan diyorsak bizim de geleneksel olarak tabir ettiğimiz propaganda ve ajitasyonlarda bazı değişiklikler yapmamız gerektiği kanısındayım. Ben aksine bizim propaganda ve ajitasyonlarımızın çok sığ olduğu kanısındayım. Sözümüzü çok net söyleyelim ve çok net anlaşılalım. Bu iyi bir beklentidir ama sosyal medya alanına sadece böyle bakmak bizi çok küçük bir alana sıkıştırır.
Örnek vermek gerekirse Evrim Ağacı bu alanı çok ciddi bir şekilde kullanıyor ve etkiliyor. Sosyalistlerin de buraya dair bazı şeyleri daha etkili kullanabileceğini düşünüyorum. Avrupa bu konuda gerçekten çok öğretici. Kitap tartışmalarını, teorik tartışmaları bizde sadece oyun için kullanıldığı zannedilen Twitch’te yapan devrimciler var. Amerika ve Avrupa’da köklü örnekler var. Dergi kısmını ve bizim tarif ettiğimiz haber portalı kısmını tam tarif etmiyor ama Jacobin de yeni biçim dergide iyi bir format. İnsanları ciddi anlamda etkileyen ve takip edilen bir noktada. Cosmonot da Amerika’da Laborans’ta olduğu gibi bir ekibin çıkarmış olduğu genel sosyalist kültüre dair içerikler paylaşan bir sosyal medya ve internet sitesi.
Hem Troçki’yi hem Stalin’i paylaştığımızda garipsendik“”
Dünyada her gün sınıf mücadelesi tarihine dair paylaşım yapan hesaplar var. Kenya Komünist Partisi’nin çıkardığı The International Magazine de uluslararası bir noktaya geldi. Öznenin ve komünistlerin sözünü söylüyor. Ama bir yandan da onun dışında çok geniş bir alana dair tartışma yaratıp çok fazla söz söylüyor. Bazı sözlerde açı farkı olabiliyor. Bazı noktalarda tartışmalar savrulabiliyor. Ama bu bir noktada kendi kanalını bulabiliyor.
Bizim sosyal medyaya baktığımız noktada bu savrulmalar ya da geniş projelere çok eksik olduğumuz kanısındayım. Laborans bu anlamda geniş bir proje. İlk başta hem Troçki’yi hem Stalin’i paylaştığımızda bu garipsendi. İroni, bilgisizlik ve pragmatizm olarak görüldü.
Ama bizim yapmaya çalıştığımız şey genel olarak sosyalist devrimci bir çizgi uzatmak. Bütün aktörlere dair bir şey göstermek. Böyle projeleri daha fazla yaptığımızda bu da kendi kanalını açacaktır.
Daha çok Twitter’la biliniyorsunuz ancak bir internet siteniz var. İçerikte fraksiyoner bir tutumunuz da yok. Bundan sonrasında çalışmalarınızı genişletmek anlamında nasıl ilerleyeceksiniz?
Aslında bizim açımızdan bu zaman tam sıçrama dönemi. Başta kurduğumuz hayalleri burada gerçekleştirmek istiyoruz. Ne o? İçerik üreticisi olmak. Youtube ve Podcast üzerinden içerik üreticisi olmak istiyoruz.
Podcast üzerinden de birkaç programla yayına başlayacağız. Burası çok geniş bir alan. Hayallerimizi bu alanda gerçekleştirmek mümkün. Sitemizde de dünyadaki deneyimler üzerinden çeviriler, röportajlar yapmak istiyoruz. Sitemizde ayrıca forum kısmı var. Bu alanda da siyasal tartışmaları döndürmek ve sözlük gibi anlık yorumlara açmak gibi bir isteğimiz var. Ama şu an odaklandığımız nokta Youtube ve Podcast. Yakın zamanda iki projemiz var. İlk olarak Barbarları Beklerken Sanat Kolektifi’yle sanal program yapmak istiyoruz. İlk bölümümüz de büyük ihtimalle o olacak. Biz burada yokken sanat ve politika diye.
Sınıfın suretlerinden veri sömürgeciliğine…
Bir de biraz daha bizim çizgimizi belli eden bir programımız var. Onun adını da NotaBene’den çıkan bir kitaptan aldık, “Sınıfın Suretleri” diye. Burada da her meslekten emekçilerle sohbet edeceğiz. Youtube camiasına yakın olanlar bilirler, böyle programlar vardır ama hep daha popülist kaygılarla yazılımcılar gibi, bilgisayar mühendisleri gibi meslek grupları öne çıkar. Bunların dertleri, meslekleri küçük değildir ama salt bu gruplara odaklanmak biraz daha popülist olana oynamaktır. Biz bunu sınıfın her kesiminden yana yapmayı düşünüyoruz. Örneğin ilk konuğumuz tersane işçisi bir arkadaşımız. Bu programda sınıfın güncel durumunu sınıfın içinden dinlemek gibi bir isteğimiz var. Tekil tekil örnekler üzerinden büyük bir sosyoloji çalışması gibi olmayacaktır ama Laborans’ın çizgisini belli eden bir durum olur diye düşünüyorum.
Bir de son olarak eylül ayı gibi başlayacağımız her bölümünde farklı konuları işleyeceğimiz “Notlar” diye bir programımız var. Türkiye ve dünyadaki güncel tartışmalar açısından önemli olduğunu düşündüğümüz kavramlar üzerine, mesela sosyal medya, yeni medya üzerine konuştuk. Burada önemli olduğunu düşündüğüm, Türkiye’de de yeterince tartışıldığını düşünmediğim “veri sömürgeciliği” kavramı var. Hepimizin en sığ tanımını alsak bile kanıksadığımız, konuştuğumuz şeyleri reklamda görmek, düşüncelerimizin satıldığını bilmek gibi, bu çok önemli bir durum. En somut örneğini ABD seçimleri ve Facebook örneğinde gördük. Facebook insanların verilerini çaldı. Onları kategorize etti ve bunu seçime müdahale aracı olarak kullandı. Bu Türkiye’de de yapılıyor. Biz de bu konuda çalışanlarla sohbet edeceğiz. Şu anlık projelerimiz bunlar.
“Mücadele azmi yaratmak ve mücadeleyle tanıştırmak istiyoruz”
Bir işin sürekliliğini sağlayan çeşitli motivasyon kaynakları vardır. Politik motivasyon olur, ekonomik motivasyon olur. Sizin motivasyon kaynağınız nedir? Laborans’ın sürekliliğini nasıl sağlayacaksınız?
Bizim motivasyonumuz sosyalist devrimci bir çizgiye katkı sunmak isteği. Hazırladığımız tabloya geri dönüşler almamız bizim için bir motivasyondur. Fraksiyoner bir tavrımız yok. Ama hepimiz devrimci mücadeleye inanıyoruz. Başka başka öznelerde yan yana gelen insanlar da bize geliyor. Sosyalist devrimci mücadele açısından yeni medya alanına katkı sunmak ve insanlara bunu gösterme çabasındayız. Mücadele azmi yaratan ve mücadeleyle tanıştıran bir hava yaratmak istiyoruz. Onun dışında maddi bir motivasyonumuz yok. Öyle bir kaygımız olsa zaten böyle bir şey yapmazdık. İsmimiz ve paylaşım içeriğimiz maddiyatı kovan bir noktada.
Ekibimiz üniversitedeki arkadaş grubumuzdan oluşuyor. Bu konuya ilgi duyan, kendi arasında okuyan tartışan 20’li yaşlarda genç bir grubuz. Hatta en yaşlımız 26 yaşında, benim. Daha özgür bakma işi de belki bundan kaynaklanıyor. Açık konuşmak gerekirse ben bile çok yaşlı kalıyorum. Birçok alanı anlamayıp arkadaşlarıma bırakıyorum. Bir ekibimiz vardı ve bunu genişletmek gerektiğini düşünüyorduk. Çünkü Laborans büyüyor. Laborans büyüdükçe işlerimiz de büyüyor. Her habere bakmak, bunları doğrulamak bizim açımızdan büyük bir mesai gerektiriyor.
Bir çekirdek, kurucu ekibimiz var. Bir hiyerarşi bir alt üst ilişkisi tanımlamıyoruz. Her arkadaşımıza editör diyoruz. Laborans’ı da bir kolektif olarak görüyoruz.
“Laborans’a katıl” kanalıyla yeni tanıştığımız ve bize çok ciddi katkılar sunan arkadaşlarımız var. Hayallerimiz de burada ortaya çıkıyor. Ekibiniz geliştikçe hayalleriniz de artar.
Yaptığımız işlerde de nitelikli olmalıyız. İlk tablomuzu hazırladığımızda unuttuğumuz şeyler oldu. Çalışma arkadaşımın sürekli “ABD’deki kürtaj eylemlerini unutma” diye uyarırken unuttuğumuzu gördük. Bunu da yeni katılan arkadaşlarımızla ya da daha sonra katılacak arkadaşımızla yapmayı düşünüyoruz. Buradan da çağrı yapmış olalım. Bireysel ya da fraksiyoner bakmıyoruz. Dayanışma usulü gelmek isteyen varsa “gel bu işin parçası ol” diyoruz. Kolektif bir ürünün olmasına kolektif olanın gelişmesine çok inanıyoruz. Bu daha farklı fikirler ve daha farklı projeler demek. Hayallerimizde de şöyle bir şey var; Laborans bir Twitter sayfasıydı ve bir içerik üreticisi oldu. İleride bir noktada bir okula döndürmek, belki bizim açımızdan çok ileri hayaller olabilir bunlar ama, belli aralıklara bir yerde insanları yan yana getirdiğimiz ve Marksist bir alanda hem pozitif bilime hem sosyal bilime katkı sunulabilecek paneller yapmak gibi hayallerimiz var. Bu çok büyük bir yol ama şu anki kısa deneyimimiz bize güç veriyor.
Kısa vadede de yapığımız işleri sağlamlaştırmak istiyoruz. Twitter’da artık bir tanınırlık oluştu. Sadece bir Twitter sayfası gibi görülüyordu, şimdi de içerik üreticisi olarak Laborans’ı tanımlamak istiyoruz. Sonra da bir platform etrafında, bir alan etrafında bir şeyler tartışan, üreten ve sonuçlar çıkartan somut bir kolektif olsun istiyoruz.
Söyleşi: Ali Ergin Demirhan