“Dostluğun diyalektiği” olmalı mı?



Metin Çulhaoğlu[1]


Türkiye’de solun ilginç bir yanı vardır; genellikle iki işi aynı zamanda yapamaz. Örneğin, siyasal mücadelenin yoğun olduğu dönemlerde, gündelik yaşantının ayrılmaz parçası olan birtakım kavramlar ve olgular üzerinde derinlemesine duramaz; onları öylece varsayar.


Örneğin, şu lânet olası “birey olma” kavramı 60’lı ve 70’li yılların yoğun siyasal ortamında usturuplu biçimde hiç mi gündeme getirilemezdi? Ortalama solcunun sanat, edebiyat ve kültür işlerine biraz olsun merak sarması için ille de “oyun bitti” düdüğünün çalması mı gerekirdi? Gene siyasetin yoğun yaşandığı dönemlerde, örneğin “cinsellik” konusu bilinen basmakalıp yaklaşımların ötesine taşınamaz mıydı?


Demek ki, olmuyormuş, olamıyormuş.


***


Peki, Türkiye’nin solcusu, yoğun eylemlilik dönemlerinde “dostluk” kavramı üzerinde durmuş mudur?


Kendi adıma konuşursam, ben durmadım, daha doğrusu özel olarak durmadım; onu öylece “varsaydım”. Belki de “dostluk” kavramı bağlamında ne özel olarak coşup duygulandığım, ne de yıkıma uğradığım deneyimler yaşadığımdan, kavrama hep “nötr” yaklaştım.


***


Oysa dilimizde dostlukla ilgili pek çok vecize vardır. “Eski dost düşman olmaz”, “düşenin dostu olmaz”, “dost kazığı”, “dosta düşmana ilân”, “dansı dostlar başına” ve bunun gibi daha birçoğu. O kadar ki, “dostluk” ve “dost” bağlamında bunca vecizeye sahip bir dili konuşanların, kavram ve olgu üzerinde ayrıca durma gereği duymamaları bir yerde doğal bile karşılanabilir.


“Dostluk” kavramı ile ilgili olarak duyduğum, üzerinde durmaya ve düşünmeye değer ilk söz Yalçın Küçük’e aittir. Küçük, 1978 yılında TİP yönetimine karşı polemiklerinde Behice Boran için “dostluklarının diyalektiği yok” demişti...


İşin ilginci, neredeyse otuz yıl sonra Behice Boran’la ilgili bir belgeselde konuşan eski bir TİP yöneticisinin de bu teşhisi biraz çekinik de olsa doğrulamasıdır: “Bir zamanlar biri Behice hanım için ‘dostluklarının diyalektiği yok’ demişti; galiba doğru söylemişti...”


***


Peki, dostlukların “diyalektiği” ne demektir?


Bence “diyalektik” sözcüğü burada biraz “fazla” kaçıyor veya “ağır geliyor”. Bunun yerine “sürekliliği”, “dinamiği” veya benzeri bir başka kavram kullanılabilirdi. Ben de öyle anlıyorum ve bu özel göndermede kastedilenin, dostlukların “sürekliliği” veya “dinamiği” olması gerektiğini düşünüyorum.


O zaman soru şu: Dostlukların sürekliliği olmalı mı?


İlk bakışta yanıt verilemeyecek ölçüde belirsizlik içeren bu soruyu, özellikle solla ilişkili olarak, sosyalist kişiler arasındaki veya onlarla başkaları arasındaki dostluklar çerçevesinde ortaya attığımı belirtirsem, belirsizlik sisi biraz aralanabilir. Aralanabilir ve ardından gündeme örneğin şu tür sorular gelebilir: Sosyalistlerin, sosyalist olmayan kişilerle dostluklarını sürdürmeleri istenir veya olabilir bir durum mudur? Siyasal ayrışmalarda ayrı yerlere düşen kişiler eski dostluklarını buna rağmen koruyabilirler mi? “Yoldaşlık” dostluğu ikame edebilecek bir ilişkiyi mi tanımlar? Ortak bir siyasal zeminde (diyelim örgütte) duran hırslı ve iddialı iki kişi arasında kalıcı dostluk olabilir mi?


***


Bu sorulara yanıt bulmaya çalışırken, bir açıklama yapmam gerekiyor: “Dostluktan” anladığım ve kastettiğim, kesinlikle ve kesinlikle “canciğer kuzu sarmalığı”, “yenilip içilenin ayrı gitmemesi” ve benzeri vecizelerle anlatılan bir ilişki değildir. Çok açık bir nedenle: Bu tür ilişkilerin olamayacağım, olsa da “zorlama” içerdiği ve aşırıya gittiği için kısa soluklu kalabileceğini düşünüyorum. Solda en bilinen örnekleri cezaevlerinde görülür. Cezaevinin kısıtlı koşullan, bu tür “dostlukları” hem dayatır; hem de gene aynı koşullar nedeniyle “çabuk bitirir”.


***


Az önceki sorulardan ilkine “kesin” diyebileceğim bir yanıtım var: Kendini sosyalist olarak tanımlayan, ayrıca belirli bir mücadelenin içinde olan insanların, sosyalist olmayan veya kendini böyle tanımlamayan kişilerle dostluklarını sürdürmeleri hem mümkün hem de istenir bir durumdur.


Mümkündür, bir koşulla: Biri diğerine “sen de böyle ot gibi yaşayıp gidiyorsun”, diğeri de ona “boşa kürek çekiyorsunuz” türü sözler etmeyecek. “İyi de birbirleriyle ne konuşacaklar” diye sormayın; sorarsanız, dünyada siyaset dışında konuşacak şey olmadığını düşünüp bu nedenle siyaseti de değersizleştiren insanlar kategorisine girersiniz! Dostluğun doğrudan siyasete odaklanmayan, ama içten sohbetlerle sürmesi, belki kendileri de farkında olmadan, her iki tarafa da çok şey kazandıracaktır.


Böyle dostluklar olmazsa, yukarıdaki ilişkinin bir tarafı (siyasetle uğraşan) siyasal ilişkileri dışında kendine içe kapanık ve insansız iç dünyalar yaratmak zorunda kalacaktır: Ciddî bir marazileşme tehlikesi!


***


Siyasal ayrışmalarda ayrı yerlere düşen kişiler eski dostluklarını buna rağmen koruyabilirler mi?


Kuşkusuz burada somut durumlardan, özel yaşanmışlıklardan ve dinamiklerden değil genel olasılıklardan ve istenirliklerden söz ediyorum. Bu kayıtla birlikte yanıtımı da veriyorum: Koruyabilirler.


Bir insanın, salt siyasette ayrı yere düştü diye eski bir dostunu defterden tastamam silmesi ilkeliliğin değil, olsa olsa ilkelliğin ürünü olabilir. Tekrar ediyorum, burada “ama adam ya tutup bizim taraf için şöyle şöyle şeyler yazıp çizerse?” türü sorulara yer olmaması gerekir. Bunlar özel durumlardır; burada genel olasılıklardan ve yapılabileceklerden söz ediliyor. Gerçekten de, dostluktan siyasal birlikteliklerle kaim gören tutum, eğer işin içinde gençlik, toyluk ve acemilik yoksa, benmerkezciliğin tipik bir dışa vurumudur.


Bu yazıyı okuyanların muhtemelen pek tanımadıkları İngiliz aktör Alan Rickman’ın güzel bir sözü vardır: “Yaptığım işi çok ciddîye alıyorum; bunun yolu da kendimi gereğinden fazla ciddîye almamaktan geçiyor.”


Her olayda, her ayrışmada, her saflaşmada dostluk köprülerini atmakta tereddüt etmeyenler, aslında kendilerini gereğinden fazla ciddîye alanlardır. Bu nedenle, dışa verdikleri görünümün berisinde, uğraşlarını gerçekten ve gerektiğince ciddîye aldıktan söylenemez.


Sonucu iki cümleyle özetleyebilirim:


Her tür dostluğun, her tür siyasal ayrışma ve saflaşmaya rağmen mutlaka sürmesi gerektiğini söyleyenlerin, bu saflıklarıyla siyasette yerlerinin olmaması gerekir.


Her tür siyasal ayrılık ve saflaşmanın eskiden kalma her tür dostluğu bitirmesi gerektiğini düşünenler ise tehlikeli mahlûklardır.


***


Gelelim, “yoldaşlığın” dostluğu ikame edebilecek bir ilişki tanımı olup olmadığı sorusuna.


Hiç olabilir mi?


Yoldaşlığın başka, dostluğun ise başka ilişki biçimlerini tanımladığını en iyi bilenler, siyasette kararlı, soluklu ve kalıcı olanlardır. Böyleleri, en azından şunu iyi bilirler: Yoldaşlık, belirli siyasal erekler doğrultusunda, çerçevesi çizilmiş, kurallı, yaptırımlı, belirli standartlara bağlanmış bir ilişki biçimini tanımlar. Buna karşılık, “çizilmiş çerçeve”, “kurallar”, “yaptırımlar”, “standartlar” vb. dostluk denilen ilişki biçiminin tanımını fazlaca daraltır. Kuşkusuz, yoldaşlık ilişkilerinden çok güzel, insanî, esinlendirici, yakınlaştırıcı ve pekiştirici sonuçlar çıkabilir; burada yoldaşlık, bütün bu olumlulukların altlığıdır. Dostluk ise, bir altlık değil, az önce sayılan olumlulukların sonucudur. O halde, dostluklar, elbette yoldaşlık ilişkilerinden de türeyebilir, ama salt bu ilişkilere indirgenemez. Dostluğun, yoldaşlık dışında kalan İnsanî zeminleri ve dinamikleri vardır.


Kimse, “benim bütün yoldaşlarım aynı zamanda yakın dostlarımdır” diyemez, dememelidir.


Kimse, “benim bütün dostlarımın aynı zamanda yoldaşlarım olması gerekir” diyemez, dememelidir.


***


Siyasal angajmanları net, kararlı, hırslı ve iddialı kişiler arasında kalıcı dostluklar olabilir mi?


Zordur.


Uğraş alanları pratik ve gündelik meselelerle, örgüt işleriyle sınırlı olanlar için daha zordur. Ağırlıklı uğraş alanları entelektüel faaliyet ve üretimden oluşanlar için görece daha kolaydır.


Her insan, kendisinin bir başkasında tekrarına giderek zor tahammül etmeye başlar. Uğraş alanları pratik ve gündelik meselelerle sınırlı olanlar, bu sınırlı alanda kendi tekrarlarıyla karşılaşacaklardır. Dahası, gündelik işlerin doğrudan nesnesi insandır ve iki insanın bir üçüncü insanı konuşması, aynı iki insanın sürekli olarak başka “üçüncü insanlardan” söz etmesi, zamanla aradaki ilişkiye döşenen bir mayın niteliğine bürünür.


Az önceki yoldaşlık-dostluk meselesine dönecek olursak, böyle insanların “yoldaş” kalmaları mümkündür, iyidir ve güzeldir. Ama sürekli dost kalmaları çok güçtür.


İşin içinde iddiaları aşırı bilenmiş iki kişi varsa, yoldaşlık altlığı sabit kalmak üzere, dostluğun iyice erozyona uğrayıp yerini hasımlaşmaya terk etmemesinin bir tek yolu vardır: Birinden birinin geri basması.


En iyi yol budur.


***


Ünlü önder ve siyasetçilere gelince: Lenin’le Martov’un zamanında iyi dost oldukları söylenir. Daha sonra karşıt saflarda yer almışlardır; ama Lenin’in 1917’den sonra eski dostunu kollayıcı girişimlerde bulunduğu bilinir.


Marx ve Engels’in, “yoldaş” değil iki iyi dost kategorisinde ele alınması gerektiğini sanıyorum. Gerçekten iyi dosttular; peki hiç mi kavga etmediler? Gerçek atışmadan söz ediyorum.


Yıllardır birlikte yaşadığınız kişiyi yitirmenizin hemen ardından, bu durumu bilen en yakın dostunuzdan sizden para isteyen, bu arada kaybınıza duyarsız kalan bir mektup alırsanız ne yaparsınız?


Engels, Marx’tan böyle bir mektup almıştır ve yanıtı da hayli sert olmuştur: “Bu vesileyle ne kadar kalpsiz olduğunu da göstermiş oldun. Öyle olsun. Maddî durumumu biliyorsun. Senin maddî sıkıntılarını hafifletmek için elimden geleni yapacağımı da biliyorsun; ama bugünkü durumumla istediğin büyük miktarı sağlamam mümkün değil.”


Daha sonra Marx Engels’e önceki mektubundaki düşüncesizliğinden ötürü özür dileyen bir başka mektup göndermiştir ve bu mektup Engels’i teskin etmiştir: “(...)son mektubun işleri düzeltiyor. Mary’yi yitirmişken aynı zamanda en eski ve en iyi dostumu da yitirmediğime memnunum.”*


Marx ve Engels, entelektüel üretimleri örgütçülüklerine baskın insanlardı. Entelektüel üretim, her zaman, soyut, ama pratik siyasetten daha geniş ve çeşitli alanlara yayılır. Özel yoğunlaşmalar, özel ilgi alanları, iş bölümü vb. mümkündür. İnsanın, karşısındakinde sürekli “kendi suretini” görmesi olasılığı daha azdır.


Dolayısıyla, az önceki örnek türünde kavga olasılığı da azdır.



* Engels, uzun yıllar birlikte yaşadığı Mary’nin ölümünün hemen ardından Marx’tan aldığı mektup ve verdiği yanıt için bkz. W.O. Henderson, Engels, Pelican, 1967, ss. 393-394. Bu mektuplaşma 1873 yılında gerçekleştiğine göre ortada yaklaşık 30 yıllık bir dostluk




[1] Bu makale YGS Yayınları tarafından Yayınlanan “Dostluk’un Kitabı” eserinden alınmıştır.