Gölgede kaybolmak-not to be or to become nothing-2


Ender Ölmez 26.07.2022

“Ölüm son derece teoriktir.


 İntihar eylemsiz, ölümdür.”


                     Yalçın Küçük


Saate bakarak yazmaya devam ediyorum. Tahsilimle ilgili olmayan bir alanda yaptığım okuma beni bu konuda düşünmeye itti.


Konuşma bir zorunluluktur. İletişim bir zorunluluktur. Engin Geçtan’dan duydum ilk.


 Öncesi var mı bilmiyorum. Bu noktada bir araştırma yapmayı anlamsız buluyorum.


 “Persona” kavramıyla tanıştım. Bunu bir süreç olarak değerlendirdim.


Bu bir ehlileşme sürecidir. Yaşama devam eden insan, en iyi ihtimalde bile asgari düzeyde ilişkilenimler geliştirecektir.  Dışındaki gruplara  girebilmek için birey bu ehlileşmeye ihtiyaç duyar.


Benliğimizde var olanın dışındakini persona olarak anlıyorum.


Biraz arabesk ve alt kültür katarsam bu çorbanın suyuna “Tüm insanların maskesi var.” diyebilirim. Ama buna biraz entelektüel koku vermek istiyorsam “Tüm insanlar topluluk içinde personayla var olur.” da diyebilirim. Mesaj aynı, biçim farklı.


Persona kavramının dışında bir de gölge kavramı vardır.


Gölge kavramını sahipleniyorum.


Gölge benliği temsil eder. İlkel dürtüselliği temsil eder.


Gölgeyle barışıyorum.


Bu yazıyı iktisatçı bir kimlik ile yazıyorum.


Üretim ilişkileri her çağda yeni bir genel persona yarattı. Derdimiz budur. Tekel’in yarattığı persona ise gölgeyi neredeyse tamamen yok etti diyebilirim.


Bunu tespit ediyorum. Çağımız personası gölge kavramını yıkmıştır. Çalışma alanında, sosyal hayatta var olmaya çalışan kişiler gölgelerinden benliklerinden o kadar korkar hale geldiler ki doğal olan dürtülerin  yerini her şeyi normalleştirebilen, her habitatta yaşayabilen “gölgesiz” insanlar aldı. Var olmayanın gölgesi olmaz.


Bu çağa gölgesiz insanlar çağı diyorum. “Golden Age”den geriye bu kaldı.


İktisatta Say Kanunu vardır. “Her arz kendi talebini yaratır.” diye, basit ve vulgar bir cümledir.


Söyleyen kişi yerine utandığımı söylemeliyim.


Cümleyi değiştiriyorum. “Her üretim ilişkisi, kendi insanını yaratır.”


Geldiğimiz noktada bu üretim biçimi insanı elimizden aldı.


Varlık arayıp da bulamayacağımızdır. Bu süreç kendini insansız bıraktı.


Toparlanacak bir yol kalmamıştır. Sosyal bilimlerin ifade ve anlamını yitirdiği bir durumdan bahsediyorum.


Yıkım olmadan ilerleme olmayacaktır. İnsanlık tarihi bir kurumsallaşma tarihi olarak geriye gitmiştir.


“Bir ufku itila açılır yükselir hayat, yükselmeyen düşer ya terakki ya inhitat.”


Yükselmeyen düşmüştür bunu açıkça görebiliyoruz.


“Sevgide şiddet ilgide tenkitten” söz ediyor hocam.


Olmalıdır. Olmadığı durum gölgenin olmadığı bir dünyaya çıkarıyor bizleri.


Yeni insanı yaratmamız için eskiyi yıkmak gerekmektedir.


Tıpkı kurumlar ya da tarihsel süreçler gibi yıkım-doğum kavramları iç içedir.


Politik kurumlar için de geçerlidir.  Daha önce tespit etmiştim, abuklaşan tüm düzen karşıtı yapılar, sindirdikleri enerjiyi serbest bırakıp lağvolmalıdır.


Gelenekler için de aynı durum geçerlidir.


Yıkımı yaşamadan toparlanma olmayacak.


Geleceği görüyorum ve size gelecekten yazıyorum.


 


Saat geç oldu, saate bakarak yazıyorum.


İleri gitmeyen her sistem gerilemeye mahkumdur. İleri gitmeyen her durum -adına ne dersek diyelim- gerilemeye mahkumdur.


İnsan en geriyi yaşamaktadır.


Yıkım sürecini yaşamalıyız.


Yazıya başlamadan Yalçın Küçük’ten yaptığım alıntı bu noktada bize yardımcı olabilir.


İntihar eylemsiz ölümdür. “Gölge”nin kaybolması intihardır. İrade kavramından koptuğumuz bir ölme biçimidir. Gölgesiz insan eylemsizce ölmüştür.


Bu yüzden yıkım için dua etmeliyiz.


Yıkımla gölgeyi tekrar yaratacağımıza inanıyorum. Gölgemizi aramaya devam edeceğim.