Not to be or to become nothing
Zaman bize ait değil, hayatlarımız bize ait değil.
Modern dünya bireyin isyanını almıştır, bir isyansızlık çağında yaşıyoruz. İsyanı alınan birey ölüdür. Özne olmayandır, çevrenin ve ilişkilenim biçimlerinin nesnesidir.
Karanlıkta yaşıyorum, karanlıktan korkuyorum.
İnsanlık tarihi bir kurumsallaşma tarihidir, düzenin doğuşu gelişimi ve en nihayetinde tekelleşmenin tarihidir. “Golden Age” nesneler dünyasının inşa edilme süreciydi başarılı oldu.
İsyanı alınan kişinin hayatı boşluk ve karanlıkta devam eder. Karanlıktan korkmaya devam ediyorum.
Yaşam dürtüsü üzerine düşünüyorum, hayvansal bir dürtüdür. Bu dürtünün çeşitlenmesi ve pekişmiş bir hal alması düzenin dayatmasıdır. Yapay ve reddedilmesi gereken durumdadır. Bu açıdan yaşamın kutsallığını ve ölüme biçilen anlamı da karşıma alıyorum. Ölüme biçilen anlam yaşamın kutsanmasından gelir. Kişi devinmediği sürece ölüdür. Kişi nesne olarak devindiği zaman da ölmüştür. Toplumun, bireyin, insan ilişkilerinin topyekun ölümünü yaşıyoruz.
Tekel bireyi yok etti. Şimdi onu arıyoruz.
Karanlıkta yaşıyoruz. Devinim var, özne yok, bunun adı yok oluştur.
"Ölüler her şeyi bilir; öğrenmenin yolu da ölmektir."
Bilge Karasu
Ölmek yok oluşu kabullenmektir. Ölmek kutsallığın reddiyesidir. Kutsallığı reddediyorum. Karanlıkta yaşıyorum. Bu noktada Kierkegaard'a başvuruyorum.
“Asil ve iyi eylemler çağı geride kaldı, şimdiki çağ ise peşinen tanınmış olduğunda bile beklenti çağıdır. Kimse belirli bir şeyi yapmaktan tatmin olmuyor, herkes hiç olmazsa yeni bir kıtayı keşfetmiş olmanın yanılsamasına yaslanan düşüncesiyle pohpohlanmış hissetmek istiyor.”
Başkaldırının ölümünden bahsederken bu noktaya geliyoruz. İsyanı ve iradesi alınmış yani ısıtıp ısıtıp önünüze koyduğum, “nesneleşmiş bireyin” beklentisi bundan ibarettir. Tatmin olma bir modern dünya hastalığıdır, gerek iş yerinde gerek sosyal hayatta ortaya çıkan takdir beklentisi isyanı alınmış bireyin var olma çabasıdır. İsyanı alınan birey çoktan yok olmuştur. Tekel denilen makineye bağlı yaşamaktadır.
“Zaten öldüğüm için intihar etmiyorum.”
Roberto Bolaño ’nun bir kitabında geçen bu cümle, yazının temel uğrak noktasını oluşturuyor. Mutluluk kavramı zaten ölmüş bireyin yaşadığını düşünmesini sağlar. Bu kavramı reddediyorum. Mutluluk sonsuzlukta hareketsiz kalmaktır. Yalçın Küçük tespit etmiştir. “Mutlular saate bakmazlar.” Mutsuz insanın devinimi ise zorlayıcı ve yaşamı dürtüseldir. Yürümek ve yazmak yaşamak demektir. Yürüyüş bittiğinde zoraki devinim başlar.
Zaman kavramına atanan anlam resmi ideoloji kadar geridir. Zaman bir düşmandır, yakalanamaz ve geriye yürütülemezdir. Akan bir musluk kapanmadığı sürece -ölüm- durdurulamaz, geriye akışı sağlanamaz. Bir durma noktası yoktur. Bireyin zamanla derdi vardır. Yok olan birey zamandan medet ummaya başlar. Sarmaşık filminde bunu görüyoruz, isyanı olmayan tayfa ölümü bekler gibi maaşının yatmasını, gemiye erzak gelmesini bekler. “Beybaba” karakteri bana göre isyanı yok eden tekeli sembolize eder. Tayfa’nın isyanı alınmıştır. Lümpen bir işçi olan “Cenk” karakterinin “Biz bu geminin sintinasıyız.” isyanı bireyi arama çabasıdır, ancak destek bulmadığı ve örgütlenemediği için üretim ilişkilerinin isyanını aldığı tayfada peyda olduğu için başarısızdır. Her şeyi öğrenmenin yolu, yok oluşu kabullenmekten geçiyor. Büyük yıkımı yaşamadan bireyi ortaya çıkarmak mümkün görünmüyor.
Modern insan üretim ilişkileri ve bununla ortaya çıkan sosyal ilşkilenme biçimlerinin sintinasıdır. Birey ölmüştür. Düzen’e yakışır bir cenaze namazı kılınması için gericilerden yardım diler haldeyiz.