Postmodern Peygamber Karl Popper-1
Postmodern Peygamber Karl Popper; Marksizm Neden Hala Güncel? (1)
1902’de doğmuş, 20. yüzyılın ortalarından itibaren öldüğü 1994 yılına kadar aktif bir filozof olmuş, modern Marksizm düşmanlarının peygamberi olan Popper, marksizmi ustaca çarpıtmış bir filozoftur. Marksizmi, çoğunlukla onun hiç savunmadığı şeyler üzerinden eleştirir. O, kendi kafasında bir Marksizm imajı kurmuş, insanlara da marksizmin bu olduğunu ve bilim dışı bir kehanetten ibaret olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Tarihselciliği saldırmaya değer bir hedef haline getirmek için ‘’tarihselcilerin kendileri tarafından asla ileri sürülmemiş argümanları bile geliştirmekten çekinmediğini(1998b:25)’’ söyleyerek, bir miktar bunu itiraf da etmiştir. Popper bu yöntemi Marx’ın sadece tarihselciliğine değil, tüm öğretilerine saldırırken kullanmıştır. Gerçekte ise Marksizm, çoğunlukla Popper’ın anlattığı halinin tersini söyler. Bu yüzden Popper Marx’ı eleştirirken, bilerek veya bilmeden, bazen Marksist tarihsel materyalizmle bağdaşan şeyler bile söylemiştir. Aslen Marksist diyalektik, Poppercı yanlışlama kuramına benzer şekilde, bilimde kesinleştirici tahminlere karşı çıkar. Bu makalenin amacı, Popper’ın, neden Marx’ın diyalektiğini yanlış anladığını veya çarpıttığını gözler önüne sermek, diyalektiğin gerçek mantığını anlatmaktır. Anahtar Kelimeler: Karl Popper, yanlışlanabilirlik, diyalektik materyalizm, tarihsel materyalizm, açık ve kapalı toplum
POPPER’A GÖRE MARKSİZM
Popper’ın Marx’ı ve Marksistleri yanlış anlamış olmasında ve marksizmi çarpıtmadaki hevesinde birkaç etken vardır. İlkinin nedenini Engels, ‘’İlk adımda, politik, hukuksal ve öbür kavramları, ve bu kavramlar yoluyla doğan eylemleri, temel ekonomik olgulardan çıkarmaya asıl önemi verdik ve vermek zorundaydık. Ama aynı zamanda içerik uğruna biçimsel yanı, bu kavramların vb. ortaya çıkma tarzını savsadık(2000:29).’’ diyerek, bir hata olduğunu bizzat kabul etmiştir. Marx ve Engels, çetin düşmanlarına karşı dik bir mücadele verirlerken, doğal olarak kendinden emin bir dil kullanmak zorunda kalmıştı ve bu dil, bazı Marksizm düşmanları tarafından dogmatik bir dil olarak yorumlandı. Engels, 1890’da Conrad Schmidt’e yazdığı bir mektupta şöyle diyordu; ‘’Bu beyefendilerde eksik olan diyalektiktir. Onlar, her zaman, burada yalnızca neden, orada yalnızca sonuç görüyorlar. Hiç kavramıyorlar ki bu boş bir soyutlamadır, (…) ve hiçbir şey mutlak değildir(2000:27).’’ Bugün bu noktaya gerekli önem gösterilmezse Popper, bir miktar haklı çıkmış olur.
Popper, Marx’ı ereksel düşünmekle suçlamıştır. Ona göre Marx bir tür kadercidir. İnsanın yapıcılığını ve yıkıcılığını inkar etmiş, tarihin onun yerine karar verdiğini söylemiştir. Oysa durum Popper’ın iddia ettiğinin tam tersidir. Yine Engels, 94’te yazdığı bir başka mektupta, ‘’… ekonomik durum otomatik bir etki yaratmaz; tersine, insanlar tarihlerini kendileri yaparlar, ne var ki kendilerini koşullandıran belirli bir çevrede ve önceden var olan gerçek ilişkiler temeline dayanarak yaparlar(2000:37).’’ der. Burada, Engels’in mektuplarından birer cümleyle özetlediğimiz bu analizler, Marx ve Engels’in hemen hemen bütün eserlerinde, farklı cümlelerde, doğrudan veya dolaylı olarak vücut bulur.
POPPER’A GÖRE DİYALEKTİK
Popper, diyalektikle ilgili fikirlerini ‘’Diyalektik Nedir?’’ isimli makalesinde anlatır. Başta, makalenin ilk 6, 7 sayfasında Popper, diyalektiğe ılımlı yaklaşıyormuş gibi görünür. Öyle ki, diyalektiği savunacağı bile zannedilebilir. Sayfalardan birindeki bir cümle, Popper’ın yanlışlamacılık modelini özetler; ‘’Deneme sonucu kuramın yanlış olduğunu gösterirse, kuram atılır(Magee, 1990:104).’’ Bir teori bilimsel olacaksa, gerçekten de bilgi zincirindeki son evre olarak görülmemelidir fakat bu onun yanlışlanabilir olması özelliğinden değil, birikimli olarak ilerlemesi özelliğinden gelir. Thomas Kuhn, bu modele cevaben; ‘’Uyumdaki her başarısızlık kuram reddi için yeterli neden sayılsaydı, bütün kuramların her zaman için reddedilmesi gerekirdi(Aktaran:Kabakçı, 2019:189).’’ der. Doğru kelime geliştirilebilirlik olmalıdır. Buraya kadarki kısım, aynı zamanda Marksist diyalektiğin yadsınmanın yadsınması ilkesinin de bir tanımı gibidir. Esas problem, sonrasında Popper’ın diyalektik olarak isimlendireceği şeyin diyalektik değil, mekanizm olmasıdır. Carr, başyapıtı Tarih Nedir?’de bir dipnot ekler; ‘’Popper, Marx'ın "historisizmin baş yanlışı" dediği, tarihi eğilim ya da gidişinin yalnızca evrensel yasalardan, doğrudan doğruya çıkarılabileceği inancında olduğunu söyler. Oysa, Marx'ın kesinlikle reddettiği şey tam da budur(2018:121).’’
Popper’ın diyalektikle ilgili esas düşünceleri bundan sonra başlar. Şimdiye kadar diyalektiğin yalnızca tarihe bakışını ortaya koyduğunu, ayrıca farklı bir mantık ve genel dünya kuramı (çeviride orijinal makaledeki ‘içinde bir miktar mantık barındırıyordu’ ifadesi yok.) olduğunu söyledikten sonra, bu büyük iddiaların aslında yalnızca temelsiz, gevşek bir konuşma tarzı olduğunu yazar(Magee, 1990:108).
Ardından Popper, birkaç satır boyunca diyalektikçilerin, çelişkileri gözetiyor olmalarını över ve sonrasında tekrar diyalektiğe verip veriştirmeye başlar. Ona göre, çelişkili birkaç öncülden istediğimiz herhangi bir sonucu elde edebiliriz. Yani çelişkilerden doğan tezden ve antitezden çıkardığımız sentez, yalnızca eleştirilerimizden doğan kendi tespitlerimizdir. Diyalektik, bilimsel bir ilerleme üretemeyecek kadar doğurgandır. Şöyle örneklendiriyor; ‘’(a) Güneş şimdi parlıyor, (b) Güneş şimdi parlamıyor. Bu iki öncülden herhangi bir ifade; örneğin, Sezar’ın bir hain olduğu anlaşılabilir;(Magee, 1990:112)…’’ Popper şu sonuca varır; bir teori çelişki içeriyorsa, o zaman her şeyi içerir ve dolayısıyla hiçbir şeyi içermez. İddia ettiği her bilgiyi bünyesinde barındıran bir teori, bu bilginin olumsuzlanması için de bize hiçbir bilgi veremez. Yani bir çelişki içeren bir teori tamamen yararsızdır. Çelişkilerden kaçınılmamalı veya kaçınılmaz demek, bilimin ve eleştirinin yıkılmasına varır(Magee, 1990:115). Popper, makalenin başında ‘’Deneme ve yanılma yöntemi gittikçe daha bilinçli olarak geliştirilirse, bilimsel yöntemin özelliklerini kazanmaya başlar(Magee, 1990:104).’’ diyordu. Bu durumda, bir çelişkide var olan sonsuz sayıdaki önermeden en bağlantısız ve saçma sonuçlar bile çıkabiliyorsa, deney ve gözlem neden vardır? Deney ve gözlem, sonsuz önermenin içinden en doğrusunu veya faydalısını bulmak için varsa, onu temel mantık kabul eden diyalektik nasıl sadece bir zırvalar toplamı olabilir?
POPPER’IN YANILGISI, VE DİYALEKTİĞİN GERÇEK ANLAMI
Çağdaş diyalektik, tüm bilim dallarının özlerinde ortak işleyen en genel dinamikleri ve bu dalların ilerlerken hangi ilkeleri ve araştırma yöntemlerini benimsemesi gerektiğini ortaya koymaya çalışır. Bunu yaparken, tüm dalların kesin kullanması gereken temel kurallar ortaya koymaz. Diyalektiğin üç temel kuralı yadsınmanın yadsınması, niceliğin niteliğe dönüşmesi ve çelişkilerin çatışması ve dengesidir. Bu kurallar, bütün dallarda bir miktar ağırlığa sahip olsa da, kendine has özelliklerine göre her dalda farklı ve değişken ağırlıklara sahiptir. Popper, başta bu kuralların tüm dallarda bir miktar kullanışlı olabileceğinden, fakat abartılırsa zırvaya dönüşebileceğinden bahsediyor. Bunu yaparken sembolik mantığa başvuruyor. Popper’ın sembolik mantığı Dünya’nın ve bilimin sürekli döngüsüne uyarlama çabasının maddi bir temeli yoktur. Bunun nedeni matematiğin diğer dallardan farkında, kendine has özelliklerinde yatar. Matematiğin nesnelliği, fiziki bilimlerin aksine duyumsanamaz. ‘’Matematiğin nesnelliği, fiziğinkine benzemez. Onun incelediği nesnenin varlığı sadece akli bir varlıktır. Bu nesne mümkün olan en yüksek soyutluluk derecesine erişmiştir(Hilav, 2014:239).’’ Örneğin, kitaplığınızda 200 tane kitap olduğunu hayal edin. Kitaplığa bakarsanız, sayıları duyumsayamayacağınıza göre 200’ü göremezsiniz. Gördüğünüz şey 200 sayısı değil, 200 tane kitaptır. 200, bir nesnenin 200 tanesini duyumsatan bir soyutlamadır. Aklımıza, diğer bilimlerle ilgili ‘’insan vücudu, su, evren’’ veya benzeri kelimelerin aksine, maddi olarak tanımlayabileceğimiz bir imge gelmez. Sembolik mantık, adı üzerinde semboliktir. Hayvanlar uçtuğu için fillerin de uçtuğu önerisi, sembolik mantıkta tutarlıyken gerçek hayatta değildir.
Az önceki soruya gelelim. Bir çelişkiden, alakasız ve saçma sonsuz sayıda öneri çıkarılabilirse, deney ve gözlemin önemi neydi? Bu sorunun cevabı için az önce yaptığımızın tersini yapmak, sembolik mantığın diğer bilimlerle benzer yanlarını ele almak gerekir. Matematik, soyut sembolleri, somut şeylerin niteliğini ve miktarını belirtmek için kullanır. Matematikteki en temel soyut semboller; sayılar, nesnelerin miktarının belirtilmesinde kullanılır ve nesneler, duyumsanabilirler. 200 duyumsanamaz, fakat 200 tane kitap duyumsanabilir. Yani temelde matematik de fiziki bilimler gibi duyumsanabilen şeylerle ilgilenir. Sadece insanlara bu şeylerle ilgili bilgi verirken kullandığı kanallar (sayılar, işlem sembolleri vb) soyuttur. Kimyager için mikroskop, astronom için teleskop neyse, matematikçi için semboller odur. Yalnızca sembollerin, mikroskop veya teleskop gibi bir cisimleri yoktur. Fakat bu mantık kurallarının bilincine varışımız, deneyim sayesinde gerçekleşir. İki kere ikinin dört ettiğini, bir nesneden elimize önce iki tane, sonra iki tane daha geçtiğinde gözlemleriz. Tabii tıpkı tüm diğer bilimsel veriler gibi bu verilerin de belli bir geçerliliği vardır ve ayrıntıya girildiğinde bu veriler daha çok değişir. Aynı nesneden daha büyük olan iki adedinin hacmi, üç adedinden daha fazla olabilir. Buna benzer şeyleri gözlemleyerek, bir şeyin ne kadarının yeterli, geçerli veya normal olduğu, deneyleriniz ve gözlemleriniz sonucu değişebilir. Yani formel mantık, ister tamamen soyut, ister tamamen somut bir bilim olarak düşünülsün, Popper’ın diyalektiğe bakışını doğrulamaz. Formel mantığın kendine haslığı ‘sembolik’ olmasıdır ve onu maddi Dünya’nın temeline oturtmak imkansızdır. Diğer bilimlerle benzerliği ise, tıpkı diyalektik gibi deney ve gözleme dayalı olmasıdır ve bir teori ortaya koymak için yeterli gözlemi yapan bir bilim insanı Güneş’in parlaklığına bakarak Sezar’ın bir hain olup olmadığıyla ilgili bir çıkarsamada bulunmaz.
POPPER, MARKSİZMİ NASIL ÇARPITTI?
Popper, başta Marksizm’e de ılımlı yaklaşacakmış gibi görünür. Marx’ın ve Engels’in doğanın maddi yönünün sosyoloji için önemini fark ettiğinden, bu görüşün sağlamlığından ve Marx’ın katkısının kalıcı ve önemli olduğundan bahseder. Ona göre, bir düşünce ortaya koyan kişinin durumu bilinmeden, o düşüncenin de tam anlaşılamayacağını herkes Marx’tan öğrenmiştir(Magee,1990:129). Marx’ın diyalektiğinin anti dogmatikliğini de kabul ettikten(Magee,1990:129) sonra onun, Hegel’in idealist diyalektiğini terk etmiş olsa da bazı öğretilerini (diyalektik çelişkiler ve yadsınmanın yadsınması) kabul ettiğini söyler(Magee,1990:130). Burada iki tuhaflık var; mümkün olan en yüksek soyutluğa sahip şeyi işleyişin merkezine oturtan Popper, Marx’ı idealist bir filozofun bazı öğretilerini devam ettirmekle mi suçlayacak? Veya, ‘’Deneme sonucu kuramın yanlış olduğunu gösterirse, bu kuram atılır’’ dedikten sonra Marx’ın, Hegel diyalektiğinin idealist temelini materyalist bir temele çevirip onu kökten değiştiresine karşı mı çıkacak? Halbuki bir teoriyi kökten değiştirmiş olmak, o teorinin veya fikirler bütününün tamamını değiştirmiş olmak demektir. Bir binanın temelini ve kolonlarını değiştirebilecek olsaydınız eğer, diğer her şey aynı kalsa bile içindeki her şeyin güvenlik derecesini de tamamen değiştirmiş olurdunuz. Bu, bir anlamda o kuramı atıp yerine yenisini getirmek demektir.
Popper’ın dili iyice çözülüyor, ve diyor ki; Marx’a göre sosyolojinin ana görevi, diyalektiği toplumsal bilimlere uyarlayarak geleceği şimdiden kestirmek(Makalenin orijinalinde, ‘’kehanet üretmek’’ ifadesi geçer. Makalenin orijinal hali internette pek çok sitede mevcuttur). Ve Marksistler, Marx’ın tüm tahminlerinin gerçekleştiğini söylerlermiş(Magee,1990;130)! Bunun bir iftira olduğu örneklerle açıklanmaya çalışılacak. Devamında diyalektiğe dayanan tahminlerin doğru çıkmaması halinde diyalektiğin, bu hatasını düzeltecek kadar belirsiz ve esnek olduğunu, ne olursa olsun her gelişmenin diyalektiğe uydurulacağını söyler Popper. Yani bir önceki cümlede diyalektiğin bilim dışılığını tek yönlülüğüne, kesin kehanet üretme huyuna yorarken, bir cümle sonra aynı diyalektiği ilkesiz, kemiksiz ve fazla çok yönlü bulur. Ardından yeni bir yol izler, ve suçu marksizmden Marksistlere atar. Önce Marx ve Engels’in, bilimi iyice yerleşmiş, kesin ve ölümsüz bilgiler olarak değil, gelişen ve ilerleyen bir şey olarak görmedeki ısrarını över ve ekler; ‘’Marx'ın ilerici ve anti-dogmatik bilim görüşünün, Ortodoks Marxçılar(orijinal makalede ‘’Ortodoks’’ ifadesi yer almıyor) tarafından kendi çalışma alanlarında hiçbir zaman uygulanmadığı da bir gerçektir. Marksizmin ve diyalektik materyalizmin eleştirilmesine Marksistler hiçbir vakit katlanamamışlardır(Magee,1990:131).’’ Bunun aksini kanıtlayacak onlarca örnekten birkaçını verecek olursak; marksizmi ilk kez pratikte hayata geçirip ilk sosyalist devrimi inşa eden Lenin’dir. Stalin, leninizmi şöyle tanımlar; ‘’Marx ve Engels, emperyalizmin henüz gelişmediği devrim-öncesi dönemde, proletarya devriminin pratikte henüz kaçınılmaz olmadığı bir dönemde, savaşım verdiler. (…) İşte bundan dolayı Leninizm, Marksizm’in yeni koşullarda gelişmesidir(1997:15).’’ Carr’a göre ‘’Marx'ta "sınıf' (…) genel olarak ekonomik analizle erişilecek nesnel bir kavram kalmaktadır. Lenin'de "sınıf' yerine, sınıfın öncü kolunu oluşturan ve ona zorunlu sınıf bilincini götüren "parti" kavramı vurgulanmaktadır. Marx'ta "ideoloji" olumsuz bir terimdir (…) Lenin'deyse "ideoloji" tarafsız ya da olumlu hale gelir- sınıf bilinçli önderlerden oluşan seçkin bir grubun, gizil olarak sınıf bilinci olan işçi kitlesine aşıladıkları bir inançtır(2018:202).’’ Yani Lenin’de sınıf bilincinin biçimlenmesi artık kendiliğinden işleyen bir süreç değil, üstlenilen bir görevdir. Görüldüğü gibi Lenin, ele aldığı konunun eksiklerini kapatarak geliştirmeye çalışan bir eleştirmenle benzer bir görev üstlenmiştir ve bazı dinamiklere bakış açısı, zamansal ve mekânsal değişimlerle beraber Marx’tan farklılaşmıştır.
Sonrasında Stalin, dönemin koşullarına göre marksizmin ‘’enternasyonalizm’’ ilkesini baştan biçimlendirir. Marx ve Engels, sosyalizmin varlığını devam ettirmek için, ortaya çıkışından itibaren bir an önce küreselleşmesi gerektiğini söylemişlerdir. Bugün bu hala geçerli olsa da Stalin, yeni kurulan sosyalist bir devletin bu yöntemi, kendi içinde yeterli güce ulaşmadan kullanmaya başlamasının bu devletin sonu olabileceğini görmüş ve geçici bir ‘’tek ülkede sosyalizm’’ politikası gütmüştür.
İtalya Komünist Partisi kurucu lideri Marksist Antonio Gramsci, Marx’ın egemen sınıf baskısıyla ilgili saptamalarını detaylandırarak ‘’hegemonya’’ olarak isimlendirir. Ayrıca Ortodoks Marksistlerinin, alt yapı ile üst yapı arasındaki bağlantıyı tek yönlü görme eğilimlerine ilk ağır darbeyi vuran kişidir. Marksist psikanaliz Erich Fromm, Marx’ın insan kişiliği kavramının yetersizliğinden bahseder. Ona göre Marx, ‘’İnsanın yaradılışından ve varoluş koşullarından kaynaklanan insan gelişmesinde en önemli itici gücü oluşturan tutku ve yönsemeleri yeterince görememiştir(1990:286).’’ Akla gelebilecek bütün Marksist düşünürler üzerinden bunlar gibi örnekler verilebilir. Marx’ı eleştirmemiş, onun eksiklerine dikkat çekmemiş, o eksikleri doldurmaya çalışmamış olan Marksist bir düşünür yoktur. Devamında Popper Marx’ın siyaset görüşlerini, Hegelciliğin tutucu olmaktan çok devrimci olan diyalektiğinin üzerine oturttuğunu söyler. Bu buluşun, zamanın bir Hegelcisinin fark etmesinin büyüleyici olduğunu fakat bugün, Hegelcilikle birlikte bütün önemini kaybettiğini iddia eder(Magee,1990;132) ve sonraki birkaç paragrafta marksizmin, temelini Hegel’den aldığı için, tıpkı onun gibi dogmatik bir fikre dönüştüğünü anlatır. Marx’ın, diyalektiği ‘tin’ gibi ruhsal bir temelden alıp ‘maddi döngü’ gibi hareketli ve devrimci bir temele oturtmasına yeterli önemi vermez.
Peki fikirler eskidikçe değerlerini yitirirler mi? Bu noktada Popper’ın söylediği ve yaptığı çelişir ve bir paradoksa dönüşür. Popper’a göre yeni bir teori, öncüllerini çöpe dönüştürür ve bilimde kullanılması gereken doğru yöntem yanlışlamadır. Öte yandan Popper, yanlışlama teorisini, diyalektiğe yönelttiği iftiralar üzerine inşa etmiştir. Peki diyalektikle ilgilenen filozof ve bilimcilerden, en azından en önemlilerinden biri diyalektikle hiç ilgilenmemiş olsaydı? 10 metre, 20 metre veya 90 metre ilerlenmeden, 100 metre ilerlenmez. Popper, doğru ve gerçek bilim felsefesini, yani kendince 100. adımı, bizzat kendi çöpe dönüştürdüğü bir öğreti olan diyalektiğe yönelttiği iftiralar üzerine inşa ettiyse bu, diyalektiği bir çöp yığınından fazlası yapmaz mı? Görülüyor ki yanlışlama, daha baştan içinden çıkılmaz bir paradoks halinde doğar ve bu şekilde, Popper’ın diyalektiğe yönelttiği iftiralardan birinin, yani temelsizliğin vücut bulmuş hali olarak belirir.
Hannes Alfven’in Plazma Evren modelini ortaya atması için Herschel, Fridman ve Lemaitre’nin Big Bang modelini ortaya atmış olması gerekliydi. Bunun olması için ise Aristarkus’un, daha öncesinde gün merkezci evren modelini ortaya atması gerekti ve bunun için ise Aristo, Dünya merkezci evren modelini oluşturmalıydı. Big Bang modelinin veya Plazma Evren modelinin ortaya çıkmaları, Popper’ın dediği gibi Aristo, Batlamyus ve Kopernik modellerini atığa mı dönüştürüyor? Oysa çağdaş bilimin bir atık yığını üzerine şekillendiğini düşünmek iç karartıcıdır. Bilime olan bu bakışı yüzünden Popper bir yerden sonra, ‘’Bir ilerleme yasası olduğuna inanmıyorum. Böyle bir şey bilimde de yok, teknikte de…(2006:217).’’ demek zorunda kalmıştır. Öyleyse nasıl homo habilis’ten modern kapitalist üretim ve yönetim koşullarına sahip insanlar haline geldik? Kadir Gülen, Popper’a sorulması gereken en doğru soruyu sorar; ‘’Modern otomobil neye dayanılarak Romalıların iki tekerlekli savaş arabalarına göre ilerleme sayılmamalıdır? Bu saçma anlayışa göre, bilgisayar hesap makinesinden, buhar makinesi de yel değirmeninden daha ileri bir icat değildir(2018:10).’’