Salt Biçimsel Olmayan Yeninin Peşinden Koşuyoruz
Merhaba Ömer röportaj teklifimizi kabul ettiğin için teşekkür ederiz. Şuradan başlamak istiyorum hem şahsi olarak seni hem de burada temsil ettiğin Barbarları Beklerken Sanat Kolektifini bize anlatabilir misin? Sen kimsin, kolektifiniz kimlerden oluşuyor, ne amaçla bir aradasınız, nasıl bir araya geldiniz... Bize bunlardan bahseder misin?
Merhaba Oğuz. Asıl ben teşekkür ederim sizlere. Kendi adıma olduğu kadar, üyesi olduğum Barbarları Beklerken Sanat Kolektifi adına da.
Kişisel özgeçmişime girmeyeceğim. Çok önemli olduğunu da sanmıyorum. Konumuz bağlamında ele alarak söylemem gerekirse, her şeyden önce Marksistim, sonrasında şair. Liberallerden ve her türlü anti-komünistten nefret ederim. Bu benim hayatla ilişki kurarken en temel referansım. Bıktırana kadar her röportajımda bunu söylemekte kararlıyım. Bunu yaparken aslında Lenin’e referansla söylersem çubuk büküyorum. Edebiyat/sanat çevrelerinin çok çok büyük kesimi o kadar liberal, o kadar imaj delisi ve işine geldiğine hassasiyet gösteren, konformist, ne “sol”dan ne piyasadan vazgeçen tiplerden oluşuyor ki buna karşı poetik ve politik açıdan çubuk bükme ihtiyacı hissediyorum. “Ya sen şair değil misin ne bu her seferinde buna vurgu yapıyorsun” diyenlere tek diyebileceğim, benim şiirimi de kimliğimi de belirleyen son tahlilde Marksist olmamdır. Evet önce Marksist, sonra şairim ve Marksist bir akılla şiir yazmanın çabası içindeyim. Eğer edebiyat ortamı bu kadar kokuşmuş ve apolitik olmasaydı belki buna sadece metin arasında değinip geçerdim ama durum maalesef bunu yapmamı zorunlu kılıyor. Şiir yayımlamadan durabilirim, kendimi hiç şairim diye tanıtmadım insanlara, bu kimlikle var olmadım çevremde, şairliğim varsa da bu edebiyat ortamında, kaybetmek umrumda bile olmaz, yine yazarım kendi çapımda şiirler, varsın sevdiklerimden başka kimse okumasın ama Tol’un ilk cümlesine biraz müdahale etmeme izin verilirse, “Devrim her zaman bir ihtimaldir ve çok güzeldir” demekten asla vazgeçmeyi düşünmedim, düşüneceğimi de sanmıyorum.
Gelelim Barbarları Beklerken(BB) Sanat Kolektifi’ne. Kolektifimizin üyeleri; Dilay Kababıyık, Ferit Sürmeli, Dolunay Aker, Hakan Kaya ve Ömer Burçin Özkişi’den oluşmaktadır. Barbarları Beklerken Edebiyat Fanzini’ni de aynı ekip olarak çıkarmaktayız fakat BB’yi sıkı biçimde takip eden, onu sahiplenen ve destek olan bir düzine dostumuz var. Sayıca fazla olmak gibi bir derdimiz olmadığı için dar bir ekip olarak kalmakta sakınca görmüyoruz. Nitelikli bir nicelik baş göz üstüne ama sırf nicelik için de nitelikli bir ekibin ruhunu kadavraya çevirme riskini almadık, almayız.
Amacımız, politik avangard sanat akımlarının ve daha genel olarak devrimci sanat akımlarının amacından farklı değil: Sanatı hayattan, hayatı sanattan koparan her türlü yapıyla savaşmak. Kafa-kol emeği arasındaki ayrımı, her türlü ezme/ezilme ve sömürme/sömürülme ilişkilerini ortadan kaldırma mücadelesi olmadan da bunu sağlayamayacağımızın bilincindeyiz. Politik referansımız bu sebeple Marksizm. Sitüasyonistler bunun farkındaydı, sürrealistler de... Debord ve arkadaşları, gururla “konsey komünisti” olduklarını haykırmaktan çekinmedi örneğin. ”Hayal gücü iktidara” sloganları, gün geldi Paramaz’ın(Suphi Nejat Ağırnaslı) devrim mücadelesinde somutlaştı, yaklaşık 50 yıl sonra bile. Bu savaş, yeri gelir kağıt kalemle olur, yeri gelir meydanlarda çınlayan sloganlarla olur, yeri gelir barikata yüklenerek, yeri gelir Kürdistan’da yahut Filistin’de sömürgecilere atılan taş ile olur. Şimdi diyebilirsin ki edebiyat/sanat bunu yapabilir mi? Hem evet hem hayır. Sadece sanat yapamaz elbette ama politik avangardın kendini sanatın düzlemine hapsettiğini kim iddia edebilir ki? Fransa ‘68’de duvarlardaki yazılamalara bakın, taşınan dövizlere, atılan sloganlara...Sitüasyonistleri göreceksiniz. Sürrealistlerin manifestosuna bakın yahut. Gerçekten bu insanların tek derdinin sanat olduğunu söyleyebilir misiniz? Dadacıların o dönemki performatif sanatlarının tarihsel bağlamı içinde bir politik karşılığı olmadığını düşünebilir misiniz? Kısaca sanat elbette bir şeyleri kendi başına değiştirmez, değiştirsin diye de sanat icra edilmez ama öyle dönemler olur ki sanatsal devrim ile politik devrimin üst üste bindiğine de şahit olunur: bkz 1917 Ekim Devrimi.
Son olarak birkaç konuda fikrimizi belirtmeme izin ver ki yine “bunlar sadece politikadan anlar sanat bunlar için araç” saçmalıklarıyla uğraşmak zorunda kalmayalım. Sanatın kendi iç dinamikleri ve bir özerkliği var bizce. Rancier’e referansla söylemek gerekirse bir sanat eserinin politik olması/politikasının olması için önce sanatsal niteliklerinin yeterliliğinden bahsedebilmemiz gerekir. Öyle kuru ajitasyon yaparak yahut sadece teması politik diye bir eserin politik sanat olarak adlandırılması mümkün değil, çünkü ortada sanat yok. Bize dönük eleştirilerden biri çok politik olduğumuz ve edebiyatı araçsallaştırdığımız. Bunu söyleyenlerin samimiyetinden cidden şüpheliyim. Birincisi evet sonuna kadar politik bir kolektifiz, manifestomuzda da zaten bunu belirttik, biz Marksistiz, niye şaşırıyorlar ki! İkincisi sanat/politika ilişkisine bakışımız yukarıda aktardığım minvalde, Rancier referanslı iken, kalkıp bunu iddia etmek için ya bizim BB’yi hiç okumamış olmak ya da art niyetli olmak gerekiyor. Barbarları Beklerken Edebiyat Fanzini’nin 12.sayısını çıkardık birkaç gün önce. 12 sayıdır 100’den fazla farklı şair-öykücünün eserlerine yer verdik. Bunu yaparken de sadece metnin niteliğine baktık. Şiir örneğin iyiyse ve bizim dünyaya baktığımız perspektifle şiddetli bir çelişki içinde değilse, yayınladık. Yayınlarız da. Kaldı ki bir metin edebi açıdan devrimci olup politik açıdan gerici de olabilir ama bu tartışma çok su kaldırır hiç girmeyelim şimdilik.
Şimdi de üretim süreçlerinize değinmek istiyorum. Tabi ki sanat özellikle şiir son derece öznel bir üretim ama içinde bulunduğumuz toplum, sanat camiası içindeki hakim ilişki ağları da bu üretim sürecini etkiliyor. Şahsi bir deneyim olarak söyleyebilirim ki "tutan bir formül" bulundu mu sürekli benzer üretimler görebiliyorum. Sizi diğer sanat kolektiflerinden ayıran bir unsur var mı? Bizim farkımız şudur diyeceğin bir şey?
Dediğine katılmamam mümkün değil. Kesinlikle edebiyatçılar da, toplumsal formasyonun, politik atmosferin ve burjuva ideolojisinin büyük ölçüde belirlediği kişiler ve bunun içinde kimisi farkında olmadan üretiyor, kimisi benim/bizim gibi farkında olarak gedikler açmaya/sınırları ihlal etmeye çabalıyor. Bir de tüm bunlarla uyum içinde çalışan, biraz sol soslu yahut biraz din soslu kanon ya da ne idüğü belirsiz biçimsel avangard iddiasındaki çevreler ve “deneysel” kanon mevcut. Bir de bunların bireysel networkleri. Hepsinden farklı bir dil ve kültür inşasının peşindeyiz biz. Kanonlaşmaya cepheden karşıyız zaten. Avangardın ve deneyin içinin boşaltılmasına da. Anlam gibi bir derdimiz var öncelikle ve içeriksiz biçim diye bir saçmalığı kabul etmiyoruz.
Bu işin formülü yok ama taklidi çok. Benim açımdan bir yanda öncü çıkış yapan edebiyatçılar, yeninin peşinde çabalayanlar ve bir öz-biçim bütünlüğü kuranlar ve bunu sürekli kılmak için kendini yeniden üretmeye çalışanlar var, bir de bunu becerebilen edebiyatçıların kötü taklitçileri. Bizim farkımız salt biçimsel olmayan bir yeninin peşinden koşmamız, konfor alanlarımızda yazmamamız. Kendi açımdan konuşursam, aynı kitap içinde yazdığım bir şiir diğerine hiç benzemediğinde eleştirilirim genelde. Aslında bunu iltifat olarak kabul ediyorum. Evet ben/biz sürekli deniyoruz, kendimize has bir şiirimiz varsa bile bunu sürekli farklı biçim-biçem ile revize ediyoruz/etmeye çabalıyoruz. Bir de biz Marksist estetiği genel kabullerin ve vulgar yaklaşımların dışında yeniden ele almaya çalışıyoruz, bu perspektiften yazmaya çabalıyoruz. Bence tüm bunları birlikte ele alırsak, bu alanda oldukça ayrıksı bir yerde duruyoruz. Keşke sanat kolektifleri olsa ama sanırım yok bizden başka. Yani dergi çevreleri var tabii ama bir sanat kolektifi anlamında varsa da ben bilmiyorum diyebilirim.
Yaşadığımız hayata değen bir üretiminiz var. Burada bir konuyu açmak istiyorum. Toplumcu - Gerçekçi eserlerin bir biçimi var ülkemizde ve onun dışına kim çıkmaya yeltense eleştiri aldı kendi döneminde. Bu beni rahatsız eden bir konu. Bir üretim biçiminin bir mesajın sabit kalıplarla ortaya konması bir yerden sonra kendini tüketmesine, edebi lezzetini kaybetmesine sebep olduğunu düşünüyorum. Sen bu konu hakkında ne söylemek istersin?
Bu konu hakkında uzun uzadıya çok derdimizi anlattık aslında. Toplumcu-gerçekçilik ya da sosyalist-gerçekçilik kendisi dışındaki bütün sanat akımlarını yahut sanatsal üretimleri burjuva sanatı olarak nitelemeye ve gerici addetmeye başladığı anda kendisi gericileşmiştir. Bir eserin toplumcu ve gerçekçi olmasıyla ayrı ayrı hiçbir derdim olmadı, bugün de yok fakat bir şablon içinde sanat budur böyle yapılır gibi vulgar yaklaşımların sanatı da sanatçıyı da kısırlaştırdığını düşünüyorum. Sosyalizm dediğimiz anda 150 yıldır temel referansımız Marksizm’dir. Marksist estetik üzerine yapılan değerli tartışmalar var ve sürüyor da. Bunlar çok kıymetli çalışmalar ama Sovyet resmi sanat anlayışının dışına çıkarak da Marksist bir şiir yazılabilir ve ben yazdığım iddiasındayım. Tatsız tuzsuz kimsenin okumayacağı, aptal bir iyimserlik ve umut pompalayan şiirleri-günümüzde yazılanları kastediyorum- kimsenin okuduğu yok. Ve okur bu açıdan haklı da. Çünkü çoğu vıcık vıcık romantizm kokan, kötü ve klişelerle örülü şiirler. Ayrıca gerçekçi de değil. Dönem gümbür gümbür devrimin ayak seslerini duyduğumuz bir dönemmiş gibi şiirler yazarak ve tamamen şiiri, araçsallaştırıp mesaj verme kaygısıyla hiç ederseniz, kusura bakmayın ama Marksizmden ve onun engin bilgisinden hiçbir şey anlamamışsınız demektir. Son olarak şunu da belirteyim okuyucularınız için. Barbarları Beklerken Sanat Kolektifinden sevgili dostum Dolunay Aker ve benim hazırlığı içinde olduğumuz bir derleme kitap projemiz var. Bir sene içinde tamamlamayı umuyoruz. Kitabımızın üst başlığı “Marksizm ve Avangard” olacak. Orada daha detaylı bir şekilde bu tartışmaları genişletmek gibi bir derdimiz olduğunu belirtmek istiyorum.
Kitap projeniz beni heyecanlandırdı açıkçası. Umuyorum her şey yolunda gider. Biraz da yazma sürecine dair konuşalım istiyorum. "Normal" bir işin var, işe gidip geliyorsun. Baktığında milyonlarca insandan günlük rutin olarak bir farkın yok. Peki şiir yazarken beslendiğin spesifik alanlar var mı yoksa ne yaşıyorsam ne yaşanıyorsa onu yazıyorum mu diyorsun? Bir de yöntemini merak ediyorum.
Söylediğin gibi sıradan bir hayatım var. Asgari ücretle 9-6 çalışan biriyim. Neyden besleniyorum sorusuna daha önce verdiğim bir cevap var, izniniz olursa onu tekrar etmek istiyorum. Hayatla sınıfsız, sömürüsüz ve devletsiz bir dünya tasavvuru içinden ilişki kurmaya çabalıyorum. Yaşadığım dünya ise bunun anti-tezi. Bu gerilimden besleniyorum çok basitçe cevap vermem gerekirse.
Bir düşünme yöntemim var aslında. Yazarken de beni yönlendiren bu düşünme sistematiğim oluyor. Şimdi diyalektik falan diye başlarsam yine “of yetti be” diyebilir insanlar o yüzden bu kadarını ifade etsem yeterli sanırım.
Geçtiğimiz aylarda yeni bir şiir kitabın çıktı. Doppler Etkisi. Bu basılan üçüncü kitabın oldu ama ilk iki kitabına göre farklılıklar gözlemledim. Ne oldu nasıl oldu bu değişiklik? Üreten insanlar için kendini yenilemek, konfor alanını terk etmek zordur. Nasıl açıklarsın bu süreci?
İlk kitap kitap bile değil kendi bastırdığım ve şiirle alakası olmayan dizelerin şiir formunda yazılmasından ibaret. Geçiyorum. İkinci kitabım Zamanın Kül Dediği ise evet şiirlerden oluşan fakat kötü bir şiir kitabı. Bugün acımasızca eleştirdiğim ne varsa, o kitaba bakanlar bulabilir. Bu anlamda evet Doppler Etkisi bambaşka bir kitap benim açımdan. Poetik bir kopuşu ifade ediyor kendi gelişimim açısından. Nasıl oldu bu sorusuna iki cevabım var. Birincisi sevgili dostum Dolunay Aker ile tanışmam ve sonrasında onun benim üzerimdeki büyük etkisi ve yönlendiriciliği. Çok emek verdi bana bu konuda, adını anmadan geçemem. İkincisi ise kendi yazdığım şiirden rahatsızdım zaten. Fazla romantik buluyordum yazdıklarımı. Bir değişim sancısı içindeydim zaten, sonrasında ise önce Dolunay ve sonrasında BB ile tanışmam bu sıçramayı yapmamı sağladı sanırım.
Son olarak fanzinlerinize ve kitaplarınıza nasıl ulaşabiliriz? Okurlarımız merak edecektir.
Fanzinimizin internet sitesinden son 5 sayımızı pdf şeklinde ücretsiz okuyabilir ilgilenen dostlarımız.
Daha önce matbu çıkan sayılarımıza ise şu an ulaşamasalar da ileride dijital ortama yüklemeyi düşünüyoruz.
Sitemizin adresi: https://yeniolaniyap.blogspot.com/
Yeri gelmişken ayrıca okumak isteyen okurlar için manifestomuzu da paylaşmak istiyorum: https://yeniolaniyap.blogspot.com/2021/11/kim-bu-barbarlar-manifesto.html
Kitaplarımız bir hafta içinde tüm internet satış sitelerinde olacak diye umuyoruz.
Dolunay Aker’in ikinci baskısını yapan kitabı KOL-YEN-DÜK için shopier linki:
https://www.shopier.com/ShowProductNew/products.php?id=10680738
Son olarak Doppler Etkisi kitabım için shopier linki aşağıdadır:
https://www.shopier.com/ShowProductNew/products.php?id=9812794
Ağzına sağlık Ömer. Teklifimizi kabul edip zaman ayırdığın için hem kendim hem de Laborans adına teşekkür ederim.
Ben de davetiniz için teşekkür ederim. Çok keyifli bir sohbet oldu.