Yüzer Gezer Bir Kıta: Göçmen İşçilik


Aydın Onay 16.04.2022

Son günlerde özellikle sosyal medya üzerinden mülteci düşmanlığı tekrar parladı. Spesifik birkaç haberin çarpıtılması, abartılması veya bütün mültecilere mal edilmesi özellikle Türkiye sağı tarafından siyasal konsodilasyon için önemli bir durum. Cumhur İttifaki ana düşman olarak ( Elbette mülteci-göçmen düşmanlığı da yapıyor bu ittifakın özneleri.) Kürt halkını belirlemişken Millet İttifakı “asıl” düşmanı olarak (Elbette Kürt düşmanlığı bu ittifakın özneleri için olmazsa olmazdır.) mülteci-göçmenleri koymuş vaziyette. Öyle ki geçtiğimiz aylarda bütün siyasetini mülteci-göçmen düşmanlığı üzerine inşa eden Zafer Partisi adında bir parti bile kuruldu.


Mülteci-göçmen düşmanlığını emperyalizmden, ekonomik krizlerden ve sınıfsal karakterinden bağımsız düşünmemek gerekiyor. Genel kanının aksine hem göçmenler hem mülteciler gittikleri ülkelerde ucuz iş gücünü oluşturuyorlar. Yüzlerce yılda sınıf mücadelesi ile alınmış temel haklardan (barınma, sağlık, asgari ücret vs.) bu kesimlerin büyük bir kısmı yararlanamıyor bile. Bu kısmı fazla uzatmak istemiyorum, bu konuda değerli birçok yazı yazıldı ve çalışmalar yapıldı. İnternet ortamında bulunmaları çok kolay.


Kitaba geçerken bir noktaya daha değinmek gerekiyor. Göçmen işçilik ve mültecilik elbette eşitlenemez. Aynı itici güçler ve aynı iç dinamikleri yok bu iki kesimin. Fakat ülkemizde bu iki kesim de proleter ve ucuz iş gücü denilince akla gelen iki kesim. Yani sınıfsal boyutta makas daralıyor ve birçok noktada “aynılaşmaya” yaklaşıyorlar. Ercüment Akdeniz’in bu değerli çalışması doğal olarak ülkemizde savaştan kaçan mültecilerin yaşamına dair de bize birçok ipucu veriyor.


Ercüment Akdeniz hem mülteci hem göçmen işçiler hakkında daha önce de değerli çalışmalar yapan, yazılar yazan bir gazeteci-yazar. Daha önce de “Mülteci İşçiler ve Sığınamayanlar” kitabı ile karşımıza çıktı. O kitabında üzerine birçok spekülasyon üretilen Suriyeli işçilerin koşullarını incelemişti. Bu kitabında ise doğrudan kendi gözlemleri ile bize “diğer” halklara mensup göçmenleri yansıtıyor. Bu göçmenler ülkemizde uzun yıllar kalıyor veya mevsimlik gelip gidiyorlar. “Sessizce” aramızda yaşıyor, sömürülüyor ve ailelerine 2 kuruş biriktirmek için neredeyse hak arama kavramını unutuyorlar. Bu nedenle “makul” göçmenler ortaya çıkıyor. Örneğin ülkemize çalışmaya gelen Afrikalı işçiler ırkçılığa, cinayetlere rağmen seslerini çıkarmadıkları için (veya çıkarmadığı düşünülüyor) faşistler tarafından “huzurumu bozmayan zenci kardeş” konumuna erişiyorlar.


Peki ya bu insanlar gerçekten huzurlu mu? Cahilliklerini kabul edip bizim gözümüze gözükmeyerek vasıfsız işçiliği kabul mü ediyorlar? Bu topraklarda sömürülme, ezilme durumunu boynunu bıçağa uzatan koyun gibi mi karşılıyorlar? Ercüment Akdeniz’in bu kitabı bize koca bir hayır dedirtiyor. Nasıl hayır dedirttiğini ise uzun uzun anlatmak yazıyı uzatmak anlamına geliyor. Kitabı temin edip okumanızı tavsiye ederek bu kısmı “belirsiz” bırakıyorum.


7 Düvelin Sömürüldüğü Ülke: Türkiye


Ülkemizdeki mülteciler veya göçmen işçiler denilince aklımıza birkaç halk dışında başka halklar gelmeyecektir. Fakat kitabın “içindekiler” kısmında bile tahminimizden çok halkın ülkemize gelip göçmen işçilik yaptığını görüyoruz. Hatta Ermeniler gibi 100 yıl önce Anadolu’dan sürülüp sonra kendi topraklarında göçmen işçi konumuna düşen halklar bile var. Ercüment Akdeniz bu geniş yelpazeye ve savaşlar, iklim değişikliği vb. başlıklardan dolayı hem ülkemizde hem dünyada bu yelpazenin gün geçtikçe artacağına dikkat çekmek için, göçmen işçilere 8. Kıta diyor sanırım. Kitabın tanıtım bölümünde : “ Tüm bu ekonomik, sosyal, politik ve çevresel tahribatın tetiklediği bir başka olgu da dünya üzerinde hareket eden 272 milyonluk bir göçmen nüfus. Küresel iklim değişikliğinin yarattığı atıkların biriktirdiği ‘Yedinci Kıta’ya ek, küresel sermayenin ürettiği felaketlerden kaçan göçmenlerin aktığı yüzer gezer bir ‘Sekizinci Kıta’.” Yani bir grup azınlığın dünyayı sürüklediği felaketlerden etkilenen ve neredeyse bir kıta nüfusu kadar insan göç etmeye zorlanıyor. Bu durum da hem dünyada hem de ülkemizde dengesiz göç durumları yaratıyor. Fakat bu yaratılma bir grup insanın canı sıkıldığı için değil, kapitalizmin doğrudan tetiklediği felaketler ve krizler sebebiyle oluyor.


Kitaba geri dönersek, Ercüment Akdeniz öncelikle 10 ülkeden gelen göçmen işçiler ile sohbetlerini ve gözlemlerini aktarıyor bize. Bu aktarımlar aslında göçmen işçilerin yaşam koşullarını ve nasıl sömürüldüklerini gösteriyor. Gürcü işçilerden aktaralım : “ Türkiye, Gürcistan’dan çalışmaya gelen işçilere en fazla 3 aylık “turistik vize” veriliyor. Kayıt dışı göçmen işçiliğinin “turistik vize” arkasına saklandığı bir gerçeklik bu”. Göçmen işçilerin kayıtsız çalışması sömürünün başı aslında. Kayıtsız, kaçak veya “turistik vize” ile gelen işçinin eli kolu bağlanıyor. Bu durum devletin de bilgisi dahilinde oluyor. Yine buna örnek olarak son dönemlerde de ırkçı saldırılara maruz kalan Afgan işçilerin anlattıklarını aktaralım: “ Valilik binasında montaj, kaynak işleri yaptık. Orada 8 ay çalıştım. Bizi taşeronlar götürdü. Kaydımız yoktu. Denetimler olunca saklanıyorduk. Binanın altındaki otoparka ya da asansör boşluğunda saklanıyorduk.” Yani kaçak işçi denetimi ülkemizde o kadar formalite haline gelmiş vaziyette ki işçiler valilik binasında bile aylarca çalışabiliyor. Büyük ihtimalle taşeron firmanın önceden haberdar olduğu denetimlerden ise yukarıda anlatılan kadar kolay kaçabiliyorlar. Yani işçilerin “kaçak” olması aslında resmi ve gayrı resmi kurumların işçileri daha fazla güvencesizlik daha fazla sömürme aracı haline gelmiş durumda. Denetim ve ceza ise istisna haline gelmiş vaziyette.


Birçok göçmen işçi ise tıpkı mülteciler gibi Türkiye'yi Avrupa’ya geçiş yolu olarak kullanmak istiyor. Fakat tıpkı mültecilerde olduğu gibi Türkiye Avrupa Birliği’nden fonlar alarak göçmen işçiler için de ileri karakol görevi görüyor. Buradan Avrupa’ya geçişe izin vermiyor. Aynı zamanda Avrupa devletleri de bu durumdan rahatsız olmuyor. Türkiye’ye sözde göçmen ve mültecilerin durumunu iyileştirmek için fon veriyor, fakat fonun nereye gittiğini yeterince takip etmiyorlar. Aslında bu paranın hükümete sus payı olduğunun gayet farkındalar.


İranlı göçmenlerden aktaralım: “ Muhsin ve Erselan’ın BM konusunda anlattıkları gerçekten çarpıcı. Zira BMMYK, sığınmacıları mülteci başvurusu konusunda yetkilerini Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’ne bırakarak adeta Türkiye’den kaçtı. Bu mültecilerin uluslararası koruma konusunda BM güvencesinden de belirli açılardan mahrum kalması demek.” Aynı şekilde siyasi sebeplerden dolayı Kongo’dan kaçan ve Fransa’ya gitmeye çalışan sanatçı Enzo tam 12 yıldır Türkiye’de kalmak zorunda kalmış. “Bir transit durağında, bir bekleme odasında tam 12 yıl kalıp çalışma izni almamak nedir, varın siz düşünün… Üstüne bir de tek kuruş almamanın, müstesep yani geriye dönük bütün haklarının gasp edilmiş olmasının dayanılmaz ağırlığını ekleyin yanına.”


Kısacası ülkemiz hem hukuksuzluğu resmi hale getirerek hem de göçmenlerin yerleşmek zorunda kaldığı yer olarak göçmen çalışma kampına dönmüş durumda.. Ülkelerinde yaşamları açıkça tehdit altında olan, geçinemeyen işçiler bir kumar oynayarak ülkemize gelmek zorunda kalıyor. Ve bunun farkında olan egemenler insanlık dışı bir yaşamı “kötünün iyisi” olarak yüzbinlerce insana dayatıyor.


Göçmenlerin Kabulü ve Politikalar


Ercüment Akdeniz “Sekizinci Kıtada” sadece kıtanın aktarımını yapmıyor. Kitabın son bölümünde ağırlıklı olarak sosyalistlere sesleniyor. Öncelikle göçmenliği ve toplumsal, siyasal yaşama gün geçtikçe daha fazla etki ettiğini kabul etmemiz gerektiği mesajını kitabın her kısmında alt metin olarak sunuyor. Göçmen ve mültecilerin artık görmezlikten gelemeyeceğimiz bir olgu olduğunu görüyoruz. Aynı zamanda Akdeniz son bölümlerde göçmen örgütlenmesini de açıkça tartışıyor. “Dolayısıyla göçmen işçilerin aydınlatılması ve örgütlenmesi, işçi sınıfının enternasyonal mücadelesine de güç katacak.” Sadece bu cümle bile artık bu konuda söz söylemek değil, hareket etmenin ne kadar önemli olduğunu özetliyor. Ülkemizde göçmen emeğini örgütlemeye dair değerli pratiklerin var olduğunu kabul ediyoruz. Fakat Sekizinci Kıta’nın da gösterdiği gibi göçmen ve mülteci işçilerin çok büyük bir kısmı sınıf mücadelesinden hala çok uzaklar. Anlatılarda sömürülmenin huzursuzluğu göze batıyor fakat bu huzursuzluğun nereye kanalize olacağı bizim elimizde. Göçmen- Mülteci düşmanlığının kendisini hızla örgütlediği zamanlarda faşistlere cevap vermek artık yeterli değil. Bizim de büyük bir hızla göçmen dayanışmasını örgütlemek, var olan çalışmaları güçlendirmemiz gerekiyor. Bunun için bu alanın öneminin kabulü ile pratik faaliyetleri örmeliyiz. Pratik faaliyetlerin örülmesi için de kendi deneyimlerimiz, çalışmalarımız dışında “Sekizinci Kıta” gibi değerli çalışmalara önem vermek ve incelemek gerekiyor.


Ercümen Akdeniz, kitabının sonunda önümüzdeki göreve dair değerli tartışmalar da yapıyor. Bize de bu tartışmalara katkı yapmak, göçmen ve mülteci çalışmalarından damıttıklarımızı gerçek yaşamda örgütlemek kalıyor. Bu sebeple elimizdeki kitap göçmen işçilerinin yanında mülteci düşmanlığı hakkında da birçok veri sunuyor.


KÜNYE:


Kitap Adı: Sekizinci Kıta- göçmen emeğinin küresel devinimi


Yazar Adı: Ercüment AKDENİZ


Yayınevi: Kor kitap


Sayfa Sayısı: 196


Yayınlanma Tarihi: 2021